top of page
Yazarın fotoğrafıOnur YILDIZ

Memnun, memnun olmaktan memnun mudur? -Haldun Taner'in "Huzur Çıkmazı"

Şu hayatta en zor şeylerden birisidir memnun olmak. Nasıl olacaksınız ki? Hakikaten çok zor. Daha sabahın ilk ışıkları ile başlar çile.


Sabah kalkarsınız şirret bir alarm sesiyle. Zır zır öter durur. Patlama kardeşim! Haydi bir iki erteledik diyelim, sonra bir daha “zırrr!”. Bereket teknoloji sağ olsun farklı farklı melodileri alarm sesi yapar olduk. Ben hala zırıltı kullanıyorum. Sevdiğim şarkı, türkü oldu mu uykuya devam edesim, bulutlarda gezesim geliyor çünkü.


Neyse ne diyorduk, sabahın köründe alarm. Karganın kahvaltı saati de gelmiş. Apar topar kalkmaca, duşlar, ayılmacalar derken ver elini iş. Binbir safsata, laf salatası, gerilim, korku, endişe türünden istemediğiniz kadar seçin alın. Sokakta saygısızlık, evde hoşgörüsüzlük alır gider çoğu insan için. Buna göz kapatmak da olmaz ki efendim, gözü kapadık mı göz kırpıyoruz, cilve yapıyoruz sanıyorlar daha da azıtıyorlar!


Ev süpüren robotlar, şarjı biten telefonlar, bataryasız bilgisayarlar, kameralar, numaralar, sayılar, fişlemeler, yere tükürenler, laf atanlar, şimdi bir de maske takmayanlar.


Televizyon açarsın yalan dolan haber, interneti açarsın, bir habere bakacağım derken yine düşülmüş magazine “kim kimle nerede” diye. Kim kimleyse bize ne? Bana ne? Hatta size ne? Camdan bakarsın, leş bir okyanus. Gri dalgalar arasında gezinen insan kafaları.


Gürültü, patırtı, sevgisiz saygısız bir nesil. Cem Karaca’nın dediği gibi “sevinçlerimiz bile otomatik artık!”


İçimiz yılbaşı hindisi gibi bir güzel şişti sanırım. Takdir edersiniz ki bendenizin bir suçu yoktur bu hususta. Tek suç insan olduğunu sananların yaşadığı mavi gezegenin. O da yarın öbür gün alır intikamını.


Bu memnuniyetsiz yaşamı nakavt etmek de bizim elimizde. Avını kaçırmış kartal tövbe mi eder? Uçar, kaçar yeni bir taneyi kapıverir pençeleriyle. Kartal şanslı tabii, uğraşacağı başka kartallar çok nadir var oluyorlar. Herkesin kendine ait bir alanı var. Uçanı kaçanı kaptıkları bölge sınırları içinde her şey “demokratik!”


Lafı da uzattım da uzattım. Haldun Taner’in bir tiyatrosunu okudum da sizle onun üzerine üç beş konuşmak istedim. Hangi oyun? Diye soracak olursanız “Huzur Çıkmazı”. YKY sağ olsun çok güzel basıyor. Şıkı şıkı. Bir Haldun Taner kitabı elime alınca bayramda ışıklı ayakkabı giymiş çocuk gibi zıpırlaşıyorum.


Kitabın adından başlıyor zaten bir “Meksika Çıkmazı”. Hani vahşi batıda rüzgârla yuvarlanan çalının etrafına üç kişi dizilir, ellerinde her birinin birer altıpatlar, güneş tenleri kavuruyor, akbabalar hazır bekliyor, illa varsa bir de çan kulesinde “garantici” keskin nişancı bekliyor. Alınlar terli, parmaklar tetikte, eller, bacaklar gergin halde “ilk sıkanın kesin öldüğü” durumlardan birisidir bu Meksika Çıkmazı. Çıkmaz denmesinin sebebi hakikaten çıkmaz olması. Yok yani kaçışınız. Hayatın kendisi gibi. Allem et kallem et yine dikdörtgen, ahşap bir kutuda omuzlardasın, beş dakika sonra da beyazlar içinde kara toprakta. Çıkmazdan kurtulmak için insan önce memnun olmalıdır. Durumun farkına varmalıdır. Ben neredeyim? Derken hop geçiyor ömür. Bir bakmışsınız bilet kuyruğundasınız. Milenyumun en büyük etkinliği “Mahşer Günü”. Size Facebook üzerinden davet gönderilmedi mi?

Durumun farkına varalım, memnun olalım da bu yolculukta nerede duracağımızı da bilmek gerek değil mi? Zaten farkında oldunuz mu pek memnun olamazsınız ya neyse.


Haldun Beyin “Huzur Çıkmazı” isimli tiyatrosu 3 perdelik 18 tabloluk bir oyun. İlk kelimesinden son noktasına kadar katıksız bir komedi. İstanbul’un her yerini görmüş, özümsemiş bir insanın, halkın kesimlerini tablolara dönüştürdüğü enfes bir kelimeler topluluğu.


Oyunda Memnun ve Zennube adlı bir çiftin üzerinden bir sevda üçgeninde gelişen olayların etraftaki insanların da katkısıyla tatlı mı ekşi mi sonlanacağına bizim karar verebileceğimiz bir hikâye anlatılır. Memnun, adından da anlaşılacağı üzere halinden gayet memnun, doğduğunda hiç ağlamamış -ilginçtir ki ben de doğumumda ağlamamışım- güle oynaya vaktini geçiren, eşini seven bir öğretmendir. Memnun’un keyfini herhalde meteor düşmesi bile kaçıramaz.


Zennube, Zeki Müren’den Attila Taş’a pek çok kişi tarafından yorumlanmış bir şarkı, 70’li yılların meşhur bir dansözü olmasının yanı sıra kelime anlamı olarak da “dansçı kız” anlamına gelmektedir. Oyundaki bizim Zennube, Memnun’dan oldukça memnun ama biraz sıkılmış, batının “iyi” yanlarını almış, sivri zekâ, filtreli sigara bir hanımefendidir. Zennube, Memnun’u sever ama herkes tarafından “biyoloji öğretmeni kılığındaki melek” olarak adlandırılan Memnun’un boğucu ilgi ve alakasından son derece bunalmıştır.


Fransızların “angoisse” diye adlandırdığı bir “iç sıkıntıdan” darlanan Zennubenin hava değişimine gönderilmesi sonucu, değişimde firar eden asker gibi uçan yüreği olur. Yüreği doktoru Hâzık’a konar.


Hâzık, Memnun’un bulduğu doktordur. Tam bir Molière doktorudur bana sorarsanız. Nedir Molière doktoru? Bilirbilmezdir efendim. Atar tutar, okuduğu şeylerden alıntı yapacağım diye kıvranır, karşısındaki zaten onu anlamazken kurduğu Latince cümleleri, örneklendirdiği kelimeleri kendi de anlamaz. Bilgili görünmek adına her şeyi yapar bunlar. Günümüzün memnuniyetsizliğinin en önemli yapı taşlarından olan bu karakterler, olmaması gereken yerlerde olurlar, helyum dolu balon gibi uçarlar, kendilerini göklere çıkarırlar, güneşe yaklaşınca da patlarlar.


Haldun Taner, büyük bir ustalıkla bu üçü arasında ilişkiyi kurgulamış, bir hane tablosu sunmuştur bize. Üstünkörü bakarsak, bir aşk üçgeni görürüz. Karı-koca-üçüncü. Ama kanımca Haldun Taner, Memnun karakterini boş yere karşımıza çıkartmamaktadır. Taner, oyun boyunca bu karakterin neden “memnun” olduğunun nedenlerine ışık tutmaya çalışmaktadır. Memnun’un sahip olduğu bu “huzur” aurası maalesef şiddetini arttırdıkça diğer insanlara zarar vermektedir. Diyebilirsiniz ki ne çıkar bundan, kavganın ne âlemi var? Her şeyin azı karar çoğu zarar cevabı alırsınız benden sevgili okuyucum. Belki de Zennube bu kadar ilgiyi sevmemekte haklıdır. Memnun, onu olduğundan başka sevmektedir. Memnun’un kafasında yaşattığı, önüne güller serdiği Zennube bambaşka, evlendiği Zennube bambaşkadır. Zennube’nin bu kadar sıkılma sebebi biraz da budur. Değişmek istemez, kendisinin farkındadır ve bu ilginin kendisiyle alakası olmadığının bilincindedir. Zennube bu yoğun ilgi fırtınasından kaçısı da Hâzık’ta bulur. Hâzık onca sünepeliğe rağmen, fırtınanın içerisindeki güvenli limandır. Üzerinde bulutlar döner, şimşekler çakarken, tehlikeden uzakta sahilde oturabileceğiniz bir esrarengiz adadır.


Oyunun en tepelere çıktığı, taç takarak gezindiği noktalar Zennube ve Hâzık’ın, Memnun’un kendilerinden haberi olduğuna ve onlara oyun oynadığına dair inançları doğrultusunda her şeyi itiraf etmeye çalışmalarıdır. Memnun ne saf bir âşıktır, ne de hayalperest bir adam. Ama bunlara rağmen, Memnun hakikaten işlerin farkında değildir. Sütlü zehirlenme hadisesine dahil masumdur Memnun. Buruk güldürüyü o kadar güzel inşa etmiştir ki Taner, Memnun’un gerçekten rol yapıp yapmadığını kestiremeyiz. Hep bir “hadi canım”, “yok canım” derken buluruz kendimizi. Nihayetinde anlarız ki aslında Memnun her şeyin farkındadır ve yaşamın gerektirdiği bu mide bulandırıcı gerçeklerden kaçmak için küçük yaşından itibaren, “iyi” ve “memnun” sıfatlarını kendisine zırh olarak kullanmıştır. Dünyanın kenara ittiği bir ruhtur o. Ayşegül Yüksel’in “Haldun Taner Tiyatrosu” kitabındaki tabiriyle “yanlış koşullandırılmış kişi”dir o.


Para koparmaya çalışan, dayı kılığına giren kapıcı, evin hizmetçisi Nafile, apartmanın komşusuyla kapıcısıyla nefes alan bir eserdir Huzur Çıkmazı.


Taner’in memnun olmak için oldukça sebebi var. Hayatında birkaç önemli dönüm noktası atlatmış yazar, 30’undan sonra edebiyata vermişti kendisini. Babasının ölümü, tüberküloz gibi mühim olaylardan oluşan bu dönüm noktalarında Haldun Taner, ne yapmak istediğine karar vermiş, katıldığı bir programda “dört duvar arasında zoraki kalınca insan kendisini daha iyi dinleme şansı elde ediyor” demişti.


Kısaca diyeceğim şudur sevgili okur; memnun olmak için ne Memnun kadar gerçekten kaç, ne de Zennube ve Hâzık gibi gerçeği ortaya çıkaracağım diye çırpınırken kendine zarar verme noktasına gel. En güzel yol yine “Orta Direğin” yoludur.


Kapak fotoğrafı: https://i4.hurimg.com/i/hurriyet/75/1200x675/59ba462cd3806c24f4bd6c62.jpg


22 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page