Diyeceksiniz ki “modaya da mı dadandın, edebiyatçıdan başka her şeye benziyorsun!”, ben de size şöyle cevap vereceğim: Friends Reunion ile ilgili yazımda her şeyin bir metin olarak okunabileceğinden söz etmiştim. Durum böyleyse giysileri de birer metin, hatta söylem olarak okumamızın önünde hiçbir engel olmamalı. Bu arada bunu söyleyen ben değilim, ben sadece ilginç bulduğum bu bakış açısını sizlere tanıtan bir elçiyim: Roland Barthes, René Girard, özellikle de değerli hocalarımdan Kubilay Aktulum böyle diyor. Kendisi pandemiden hemen önce Moda ve Metinlerarasılık – Alexander McQueen ve Üstgiysisellik[1]başlıklı bir kitap yazdı ve okuyan herkese moda ile ilgili daha önce üzerinde hiç düşünmediğimiz bir bakış açısı verdi. Elimden geldiğince fikirlerini özetlemeye çalışayım:
Roland Barthes’a göre[2] giysi yiyecek, jestler, tutumlar, konuşma vb. gibi iletişim nesnelerinden biridir. Bu nesneler insanın kendini tanıma olasılığını temsil ederler. “Biçimsel araçlarla dizgeli bir çözümlemeye olanak sağlarlar.” Ayrıca Barthes’a göre giysi sadece teni kapatmak için giyilmez. Bir düşünceyi temsil eder. Folklorik giysiler bunun en güzel örneğidir. Dolayısıyla giysilerin birer düşünce nesnesi olduğunu, alıcıyı üzerinde düşünmeye zorladığını söylemek mümkündür. Tahmin ediyorum ki hocamın moda olgusunu söylem olarak analiz etme fikri buradan geliyor.
Moda ve Metinlerarasılık adlı çalışmanın genel amacı üstmetinsellik (fr. architextualité) kavramını moda düzleminde yeniden tanımlamak olduğundan, üstgiysisellik adı verilen yeni kavramı tanımlamaktır. Üstgiysisellik “bir giysiyi ya da giysi bileşenini değişik tip kostümlere ya da giysi bileşenlerine bağlayan kapsayış ilişkisini” belirtir, bunlara giysiler üzerine yapılan yorumlar, kuramsal belirlemeler, eleştiriler de diyebiliriz. Örneğin haute couture, hazır giyim, sonbahar-kış koleksiyonu gibi adlandırmalar ya da sabah, akşam, gece giysileri, dans giysisi, okul forması gibi sınıflandırmalar üstgiysisel bir okumayla teşhis konulan sınıflandırmalardır. Çünkü onları adlandırabilmek için onlara üstten bakmamız gerekir. Doğal olarak üstgiysisellik yöntemi avangard bir sanatçıyı ya da kavramı belirlemeye yardımcı olur : Avangard sanatçı sınıflandırılamayandır, ayrıca akademik sanat anlayışına karşı çıkandır. Ona göre bitmiş yapıt yoktur; insan bilinci kendini yeniler ve onu yönlendiren koşulları dönüştürme, kendi sınırlarını aşma, imgelemi serbest bırakma yetilerine sahiptir. Üstgiysiselliğin Alexander McQueen gibi avangard kabul edilen bir modacı aracılığıyla incelenmesinin nedeni de budur. “İnsan yaşamı büyük ölçüde taklide dayanır” diyen René Girard, insanın taklit yetilerinin temel olgularından biri olan modaya ilgisini bu sözlerle açıklamıştır. Normal şartlarda moda bir modeli taklit eden ve bundan gelir elde edilen bir sektör iken dünya, Alexander McQueen’in eşi benzeri olmayan kavramsal modasıyla karşılaşır.
McQueen tasarımlarıyla giysiyi göstergeye dönüştürmüştür. Tasarımları birer gösteriye dayalı giysiler değil, anlatılaştırılan, öyküleştirilen göstergelerdir. Hatta ünlü eleştirmen James Cooper, McQueen’i bir modacının ötesinde bir sanatçı olarak gördüğünü söyler. McQueen’in göstergeleştirme süreçlerinden en belirgini ‘kadın’ temasıdır. Özellikle postmodern çağa girildiğinden beri yükselen feminizm hareketleri McQueen’de de karşılık bulur. McQueen genellikle kadın mankenler kullanır, fakat kadınlar McQueen için salt birer manken değillerdir. Kadın bir temadır, figürleştirilen unsurdur. Koleksiyonlardaki çarpıcı parçalar aracılığıyla ezilen, hakaret edilen, bedeniyle oynanan ögeye dönüşmüştür. Böylece McQueen’de kadın göstergeleşmiştir.
McQueen tarzını gotik olarak tanımlar. Gotik psikanalizde tekinsizlik kavramıyla sıklıkla yan yana anılırlar. Tekinsizlik, gotiğin ayrılmaz bir parçası olarak görülür ve tehdit edici ve tehlikeli olgular karşısında bireysel olduğu kadar ortak bir tepkiyi açıklar. Dracula ve Frankeinstein tekinsizlik kavramını örneklerler. Freud’a göre tekinsizlik içsel, gizemli olduğu kadar gizli bir duygu biçimini belirtmeye yarar. Tekinsizlik, koleksiyonlardaki giysilerin biçimlerinden, renklerinden, düzenlerinden, motiflerden yansır : Kürk, tüyler, mercanlar, kelebekler veya geyik boynuzları kullanımıyla Alexander McQueen'in kıyafetlerinde hayvansal etkiler son derece belirgindir. Hayvan, insan veya makine arasında - sıklıkla canavarca - güzelliğe sahip melez yaratıklar düşleyerek McQueen, gotik, steampunk ve Frankenstein'ın tarzından ilham alan yaratıcı bir evren yaratır, bu evrende tekinsiz yaratıkları bir araya getirir. Tıpkı gotik gibi grotesk de McQueen’in tarzının bir parçasıdır. Grotesk kavramı ise, Batı kültüründe aşırılık, abartı, canavarsallık gibi pek çok anlama gelmektedir: Örneğin McQueen mankenlerini kimi zaman hayvan ya da bitki kılığına sokar. Doğal olan ve olmayanın iç içeliğini yansıtmış olur. Grotesk bir imge yaratmak için bedenin alışılmış özelliklerini değiştirmek ya da deforme etmek, insanların tabulaştırdığı beden anlayışını sarsarak kaygı yaratmak gerekir. Örneğin “yüzünde domuz derisinden yapılmış bir maske, bedeni kaplayan güveler, ağzında hortumlarla soluyan, korku ve iğrençlik yaratan kadın görünümü yerleşik güzellik anlayışının yıkıldığı doruklardan birisidir.” Tüm bunların nedeni ise McQueen’in “Ben groteskte güzellik buluyorum” diyerek geleneksel güzellik ve estetik anlayışını yıkıp, güzelliği zıtlıklarda aramasıdır.
Kısa yaşamına rağmen düşünsel zenginliğiyle özgün ve çoğulcu bir modacı olan Alexander McQueen moda aracılığıyla yarattığı söylemlerle bizlere anlamsal yükü karmaşık koleksiyonlar ve çeşitli metinler bıraktı. Postmodern çağın getirdiği mesaj ise: “okuması bizden”.
Kommentarer