“Yazıya da YouTube linkiyle başlanır mı!” diyenleriniz olduysa, akademik yazmanın tekdüzeliği ve aşırı kurallılığından eskilerin deyimiyle -ve tabii deyim yerindeyse- ikrah ettiğim için, tabii burası benim alanım olduğu için bu yazıya böyle başlamak istedim. Ayrıca ikinci sebebim de edebiyatın müzikle yakından ilgisinin olması. En azından bugün sizlere kendimce tanıtmaya çalışacağım yapıt doğrudan müzikle ilintili. Linki bu yazıyı okurken arkada dinlemeniz için buraya ekledim aslında, çünkü anlatımıma yardımcı olabilir.
Küçüklükte piyano dersi alan çocuklardan biriyim. Çoğu çocuk gibi o yaşlarda -gerçi bende çok daha sonraları da devam etti- klişeleşmiş klasik eserleri -Carmen, Für Elise, Ayışığı Sonatı… gibi- ve özellikle alıştırmalar çalmaktan hiç hoşlanmazdım; bana oldukça sıkıcı, monoton ve tekrara dayalı gelirlerdi. “Bir parça çalış” denildiğinde gidip Evanescence şarkılarının notalarını bulup çıkarırdım. Birlikte çalıştığım piyano hocalarımın hepsi de inadına bana Bach çaldırırlardı, bu nedenle derslere çoğu zaman ayaklarım geri geri giderdi. Bunu bana neden yaptıklarını ise yaklaşık 20 sene sonra anladım. (Bugün çaldırsalar yine istemem, ama anladım en azından.)
Barok dönem bestecisi Johann Sebastian Bach’ın en bilinen özelliği yapıtlarının teknik açıdan çok donanımlı olması. Bach aslında neyi söylediğimizden -tabii bu durumda neyi çaldığımızdan- çok nasıl söylediğimize yoğunlaşmış bir besteci olduğundan yapıtlarından parmak egzersizleri ve teknik alıştırmaları olarak yaygın bir biçimde yararlanılır. Barok müziği çok sesli bir müziktir. Dönem etkisiyle -ya da en azından öyle olduğunu tahmin ediyorum- melodik çeşitliliğinin yanında müziğin armoni tarafına yoğunlaşan Bach, bir yapıtta bulunabilecek armonik olasılıkları (bunu akor çeşitliliği olarak tanımlayabiliriz) değerlendirmeye çalışır. Bunun en yaratıcı yollarından birisi olarak da füg tekniğini kullanır. Füg Latince’de “fugere” kelimesinden gelir, “kaçmak” ve “takip etmek” anlamlarını içerir. Kabaca özetlersek füg tekniğinde bir tema -melodi- vardır, bu tema arka arkaya birkaç seste, dolayısıyla birkaç farklı şekilde duyulur ve aşağı yukarı tüm eser boyunca bu tekrarlanır. Bunların birer varyasyon olduklarını da farz edebiliriz.
Peki, tüm bunları size neden anlattım?
Severek takip ettiğim nadir çevirmenlerden -çünkü genellikle okuduğum şeyin yazıldığı dili biliyor olmayı tercih ediyorum- Armağan Ekici, Sel Yayınları’ndan çıkan ve yine kendi çevirisi olan Biçem Alıştırmaları’nın birkaç güncellemeyle birlikte yeniden basıldığını söyleyen bir tweet atınca ben de, bilmeyenleriniz varsa diye, bu ilginç yapıt hakkında biraz karalama yapmak istedim.
Raymond Queneau’nun bu eseri Bach’ın Füg Sanatı’nın çalındığı bir konserden esinlenerek yazdığı söylenir. Biçem Alıştırmaları ilk bakışta tıpkı az önce anlattığım piyano derslerim gibi sıkıcı görünen bir başlık olsa da içeriği bakımından Fransız yazınının en orijinal eserlerinden biri.
Metinde yalnızca tıpkı fügde olduğu gibi bir adet tema var: Şapkalı ve boylu poslu bir genç adam Paris’te bir otobüse biner. Yolculardan biri otobüse her yeni birisi bindiğinde genci rahatsız ettiğinden tartışırlar, sonra genç boş bulduğu başka bir yere oturur. Aradan iki saat geçer, aynı genç Paris’teki Saint-Lazare Garı’nın önünde arkadaşıyla palto düğmesi hakkında konuşurken tekrar görülür. Böylesine basit bir olay, yapıtta 99 farklı şekilde, yani varyasyonda anlatılır. Tanıdık geldi mi? Her bölümün kendi tarzını yansıtan bir başlığı vardır ve farklı detaylar içerirler. Kısacası farklı biçemleri vardır. (fr. style) İşte birkaç örnek[1]:
“Gastronomik
Güneşin kızdırılmış tereyağında hafifçe öldürüldükten sonra, fazla beklemiş peynirin içinde kurtçukların kıvrandığı gibi kıvranan müşterilerle dolup taşmış bir şamfıstığına kendimi atabildim. Hesabı ödedikten sonra, bütün bu eriştelerin arasında boynu bir kereviz sapı kadar uzun olan ve muşmulasının tepesine ne idüğü belirsiz bir tencere kondurulmuş olan bir kornişona rastladım. Bu tatsız şahıs, yanındaki bir düdüklü tencere pancarlarını pestil yaptığı için fokurdamaya başladı. Ama sonra yutamayacağı kadar büyük bir lokma ısırdığını fark edince, avcıyı görmüş bir sülün gibi havalandı ve bir köşede suyunu çekmeye
hazırlandı. Dönüş yolunda öğle yemeğimi sindirmekteyken, bu ham ervahı tekrar Saint-Lazare garının büfesinin önünde gördüm; yanında kendisiyle aynı bostandan çıkma bir fidan vardı ve ona dolmalık yapraklarının salamurasıyla ilgili tecrübelerinin meyvelerini aktarıyordu; bu sırada, salamuraya eklenmesi gereken bir diş sarmısağı ehemmiyetle vurguluyordu.”
“Kehanet
Günün ortası geldiği zaman, tıklım tıklım yolcuyla dolu bir otobüsün arka sahanlığında olacaksm; yolcuların arasında saçma sapan bir delikanlı göreceksin; iskeletsi bir boynu olacak ve keçe şapkasında kurdela olmayacak. Pek rahat edemeyecek, zavallı çocuk; ne zaman inenlerden ya da binenlerden biri geçse, bir beyefendinin onu bile bile iteklediğini düşünecek. Ona bunu söyleyecek, fakat beyefendi cevap vermeye tenezzül etmeyecek. Ve bu saçma sapan delikanlı paniğe kapılacak ve boş bir koltuk istikametinde beyefendiden kaçacak. Onu biraz sonra tekrar göreceksin, Cour de Rome'da, Saint-Lazare garının önünde. Yanında bir arkadaşı olacak ve şu sözleri duyacaksın: "Paltonun önü doğru dürüst kapanmıyor; bir düğme daha ekletmen gerekiyor ona."
“Sözcük türetme
Parismeridyensel bir uzay-zamanda ortakkitleselce taşıtsahanlıklanıyordum ve şapkaörgüçevrimli uzunboyun-sal bir aceminin yanındaydım. Ortayaşlılıkta birine dedi ki; "sankitiştiriyorsunuz beni." Bunu laffışkırttıktan sonra kendini hayvaniştahla boşkoltukladı. Artçıl bir zamanmekân-da onu tekrar gördüm: "Paltona düğmekletmen lazım" diyen bir X ile senlazareskliyordu. X sonra ona nedensöyledi.”
Dünyanın belki de en sıradan hikayesini uzay-zamanda eğip büken, onunla çeşitli oynayan Queneau eserinin yayınlanmasından yaklaşık 12 yıl sonra OuLiPo denen bir topluluğun kurucularından olacaktır. Açılımı “Gizil Edebiyat İşliği” (Fr. “Ouvroir de Littérature Potentielle”) olan grup edebiyatı bir oyun salonuna ya da bir laboratuvar çalışmasına döndürecek, hiç “e” harfi kullanmadan kitaplar yazan[2] ya da dile ve özellikle argo külliyatına yeni ve yaratıcı birçok kelime kazandıran[3] sanatçılarla dolup taşacak ve edebiyatta yaratıcılığı formüllerde arayacaklardır.
Meğer hiç de sıkıcı değilmiş bizim parmak alıştırmaları.
[1] Raymond Queneau, Biçem Alıştırmaları. (çev.Armağan Ekici), Sel Yayıncılık, 2003. [2] George Perec’in La Disparition romanı Türkçe’ye “Kayboluş” başlığıyla Cemal Yardımcı tarafından çevrilmiş, Ayrıntı Yayınları’ndan çıkmıştır. Bu çevirinin en müthiş tarafı ise Yardımcı’nın da eseri “e” harfi kullanmadan dilimize kazandırmıştır. Bir çeviri şaheseridir. [3] Zazie Metroda romanını hepiniz duymuşsunuzdur. Queneau’nun bu eserini Tahsin Yücel bir dil festivali olarak Türkçeye çevirmiş, Can Yayınları’ndan çıkarmıştır.
Comments