top of page
Yazarın fotoğrafıSimay Turan

Kısa Kısa Doğa: Charles Darwin’in Kalemine Şöyle Bir Bakış

Yazının başlığına bakarak “edebiyatçısın, edebiyat bölümündesin, az ye de uzun uzun oku, işin ne!” diyeceksiniz belki, ama o iş pek öyle olmuyor maalesef… En son ne zaman keyif için, sadece canım istediği için bir roman ya da öykü okuduğumu inanın hatırlamıyorum, muhtemelen aylar olmuştur. Dergilere makale yetiştirmek, kongrelere bildiri yazmak ya da tez önerisi hazırlamak için zaten sadece bu yıl yüzlerce kitap ve makale okumuşumdur. Tüm bunların üzerine üniversiteyle ilgili diğer işler de eklenince günün sonunda “eh haydi, bugün çok çalıştın, beş bölüm diziyi hak ettin” deyip televizyonun karşısına uzanmak günümüz koşullarında, özellikle pandemi döneminde daha cazip gelmeye başladı. Kaldı ki bir romanın kapağını açıp her gün 10 sayfa okumayı hiçbir zaman sevmedim. Lise dönemimde okuldan gelip bir kitabın başına oturur, bitirmeden uyumazdım. Bu noktada biraz acımasız bir okur, hatta toplum mühendisliği yöntemiyle üretilmiş bir tüketiciyim, kitaba ara verdiğim zaman olay örgüsünden ve karakterlerden koparım, kitabı 5 gün sonra açarsam önceden okumuş olduğum o 10 sayfa hiçbir işe yaramaz. Aynı dertten muzdarip olanlar için Can Yayınları bir amme hizmeti yaparak Kısa Klasikler serisini çıkarmış. Kısa Klasikler’in mantığı, serinin başlığından da anlayabileceğimiz üzere dünya klasiği olarak kabul edilen bazı eserleri bir oturuşta okunabilecek formata indirmesi. Aynı zamanda kapak resimleri çağdaş illüstratörler tarafından yapıldığından dönem ruhuna uygunlar, ayrıca her birinin eşsiz olduğunu belirtmeden geçmeyelim.


Biraz tembel bir okur gözüyle baktığımda kurgu ağırlıklı eserlerin, güncelerin ya da denemelerin sadeleştirilmesini yanlış bulmuyorum. Eğer eserde detaylı bir inceleme yapılmayacaksa ya da sadeleştirme işlemi bütünlüğü tehdit etmiyorsa önemli olanın olay örgüsünü, karakterin aşağı yukarı yansıtılan vizyonunu, yazarın bakış açısını ve stilini anlamak için kısa klasik okumanın yeterli olacağı kanısındayım. Buna itiraz edenler elbette olacaktır, burası demokratik bir site olduğu gibi her tartışmaya açıktır.


Kısa Klasikler’in 17. kitabı (şimdilik yaklaşık 40 taneler) Darwin’in Lapa Lapa Kelebek Yağıyordu [1]isimli güncesi. Bu kitabı görene kadar Darwin’in kaleminin bu kadar iyi olduğunu, aslına bakacak olursanız yazınsal bir duruşu olduğunu bilmiyordum. Aldığı tıp ve teoloji eğitimlerinden sonra daha 30 yaşında bile değilken İngiliz Kraliyet Donanması’na ait Beagle adlı gemiyle 5 yıllık bir yolculuğa çıkan Darwin, kitapta gemide geçirdiği vakti ve yaşadığı doğabilimsel ve antropolojik gözlemlerini gün gün aktarmış. Kısa Klasikler seçkisine hazırlanırken derlendiği için kronolojik olmayan bir şekilde birleştirilen birkaç parça nasıl olduysa olay bütünlüğünü kaybetmemiş. Kitabın başlığı daha çok kelebekten bahsedileceğini düşündürse de, Darwin’in terminoloji bilgisini içermekle kalmayıp çok sayıda canlıdan bahsediyor ve bize gözümüzde canlandırabileceğimiz bir doğa tablosu sunuyor. Beroe, Entomostraca, Ibis malanops gibi Latince pek çok hayvan ve bitki türü güncede yer alıyor. Kanımca bu kitaptan yararlanmak için biyolojiyi sevmek ya da fen bilimleri insanı olmaya gerek yok. Çünkü kitapta özellikle yerlilerin anlatıldığı bölüm oldukça ilginç:


Beagle gemisinin Patagonya Bölgesi’ndeki rotasında durak Tierra del Fuego’dur. Gemi yanaşırken vahşi insanlardan oluşan bir kabile gemiyi avaz avaz bağırarak ve gülünç hareketler yaparak karşılar. Darwin onları görünce o kadar şaşırır ki “Vahşi insan ve medeni insan arasındaki farkın bu kadar büyük olduğuna söyleseler inanmazdım” der, hatta onları “oyunlarda sahneye çıkan iblislere” benzetir. Görünüşlerinin “bayağı, güvensiz, şaşırmış ve ürkmüş” olduğunu söyler. Beagle gemisi müfredatı onlara örtüler hediye eder, Darwin kabilenin en yaşlısıyla yürür ve onunla “arkadaş olur”. Yaşlı adam arkadaşlığı Darwin’in sırtına ve göğsüne üçer kere vurarak ifade eder, aynısını Darwin’in de yapmasını ister. Darwin yaşlı adama vurunca adamcağız çok mutlu olur. Darwin yerlilerin dillerinin kolay anlaşılır olmadığını söyler, ancak gemi mürettebatının söylediği her kelimeyi yerlilerin anında kolayca ayırt edebilip tekrar ettiklerini dile getirir ve çok şaşırır. Bu şaşkınlığını şu sözlerle ifade eder: “Halbuki biz Avrupalılar, yabancı bir dilin seslerini birbirinden ayırmanın ne kadar güç olduğunu biliriz. Örneğin hangimiz bir Amerikalı yerlinin üç kelimeden uzun bir cümlesini takip edebiliriz? Tüm vahşiler bu sıra dışı taklit yeteneğine sahipler”. Dahası, Fuego’lu yerlilerden birkaçı önceki seyahatlerde İngiltere’ye götürülmüş, Beagle’ın bu seyahatinde gemiye bindirilerek Fuego ziyaretinde mürettebata eşlik etmektedir. Bu yerlilere Jemmy Button ve York Minister adları takılmış, Fuego yerlileriyle 1 yıl ayrı kalıp medeniyet gördükten sonra eski topraklarından ve kardeşlerinden utanmaya ve dillerini kesinlikle anlamamaya başlamışlardır.


Bu bölümden yola çıkarak 1830’lu yıllardaki insanın doğaya bakışını yargılayacak değilim elbette, ancak yıl kaç olursa olsun insan-doğa ikilisi arasında bu kadar derin bir uçurum olduğunu görmek benim için şaşırtıcı oldu. Darwin gibi insanın hayvansal bir kökeninin olduğunu bilimsel kanıtlarla destekleyebilen bir bilim insanının bile Avrupalı erkek-insan olmayan bir topluma defalarca vahşi demesi, ona aşağılayıcı isimler ve sıfatlar yakıştırması, onları mikroskop camındaki bir bakteri hücresi gibi incelemesi bana çarpıcı geldi. Gerçi Darwin’in bilimsel kuramlarını bir sınıflama yöntemine oturttuğunu, hatta “güçlü olan hayatta kalır” gibi bir ikili karşıtlık noktasından yola çıktığı düşünülünce bu ayrıştırıcı tarza çok da şaşırmamak gerek. Tarihte kültürel rölativizm ya da kültürlerarasılık gibi kavramlara Einstein’ın görecelik kuramlarından söz edene kadar karşılaşamayacağımız gerçeğiyle yüzleşmek gerek o halde.


En iyisi bunlara hiç takılmadan, Darwin’in lapa lapa doğasıyla teselli bulmak. Yer yer rahatsız edici ve ayrıştırıcı yorumlarının yanı sıra doğa seyirlerinin anlatıldığı bölümlerde insan bir oturuşta Beagle’a binmiş, denizlerde süzülmüş, hamaklarda sallanmış, gün doğumlarını izlemiş kadar oluyor.

[1] Charles Darwin, Lapa Lapa Kelebek Yağıyordu, (çev. Emrah Serdan), Can Yayınları Kısa Klasikler, 2021.

53 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page