Akira Kurosawa’nın dördüncü ve yaklaşık bir saatlik süresiyle belki de en kısa filmi olan Kaplanın Kuyruğuna Basan Adamlar (The Men Who Tread on the Tiger’s Tail / Tora No o Wo Fumu Otokotachi), XII. Yüzyılda geçen ve geleneksel Japon tiyatrosuna da sahne olmuş önemli bir konuyu ekrana taşıyor. Filmin hikâyesi önce Nabuki isimli tiyatro kolunda “Kanjincho” ismiyle, daha sonra Noh tiyatrosunda “Ataka” ismiyle sergilenmiş. Filmi “tarihi drama” olarak sınıflandırabiliriz.[1] Kısa süresine rağmen Kurosawa’nın en çok tartışılan ve üzerine yazıp çizilen filmlerinden birisi olmuştur.
Film, Samurayın Yükselişi döneminde meşhur generallerden Yoshitsune’nin keşiş kılığına bürünmüş en yakın adamlarıyla beraber, abisi ve rakibi Yoritomo’nun hükmettiği topraklardan geçmelerini konu ediniyor.
SAHTE KEŞİŞLER VE SAKE
Sahte keşişler bir karakolda durdurulurlar ve Karakol Komutanı Togashi’yi kılığına büründükleri kişiler olduklarına ikna etmek zorundadırlar. Kılık değiştirenler arasında Yoshitsune’ye hizmet etmiş meşhur Musahibo Benkei de vardır. Benkei Japon folklorunda önemli bir figürdür. Çoğunlukla büyük güç ve sadakati temsil eder. Kılık değiştirmiş keşişlerin lideri olarak Benkei, bir manastırdan görevlendirilerek çıktıklarına dair Komutan Togashi’yi ikna etmek adına boş bir parşömen de okur. Bu sahnede kullanılan kesmeler gerilimi tırmandırır. Lord Yoshitsune de yine keşişler arasındadır. Zaten sıradan hizmetkârlar olsalar belki de bu kadar dikkat etmeyeceklerdir. Önemli olan efendilerini korumaktır ve sonuçta “Samuray” sözcüğü “hizmet etme” anlamına gelmektedir. Karakol Komutanı keşişlere inanıp onları tam azat edecekken, bir hamal kılığına girmiş olan Yoshitsune düşman tarafından fark edilir gibi olur. Bu esnada Benkei yapması ço
Kısa süresine rağmen filmde bu dans figürleri oldukça yoğundur. Kurosawa sanırım eserin tiyatro kökenlerine göndermede bulunmak için bu kısımları yoğun tutmuştur. Müzik kısımları Noh ve Kabuki uyarlamalarının müziklerinden faydalanarak oluşturulmuştur. Ancak tabii açılış ve bitiş jenerikleri Kurosawa’nın çok sevdiği güçlü, destansı Batı Müziği ile gözlerimize serilmektedir.
TÜM İZLEYİCİYİ TAŞIYAN “HAMAL”
“Kahraman olmaya çalışma, ne de olsa hepimiz cehennemliğiz”
Karakterleri oluştururken Kurosawa özellikle tüm hikâyenin aslında bir “açık sır” olduğuna dikkat etmiş. Komutan, Benkei ve adamlarının kim olduğunu aslında bilir ama göz yumar. Buna düşmanını tanımak da diyebiliriz. Hatta sakeyi getiren yaverler bile bilir sakenin aslında kime gittiğini. Ancak her Samuray gibi karşısındakinin cesaretine, hayatta kalma hırsına ve şereflerine hayrandırlar. Tiyatro uyarlamalarından farklı olarak filme Kurosawa tarafından eklenilmiş ve tabii onun çok da tercih ettiği “dramatik soytarı” karakteri de vardır. Bu karakter yine Lordun büründüğü hamal karakterinin gerçek hayattaki halidir. Açılışta daha çok soytarıdır bu Hamal. Amacı olmayan, nedensiz ve rahatsız edici bir portre çizer. Gülüşü de sinir bozar. Gerçekten keşiş sanar, yolcuları ve onların kendisine bir zarar veremeyeceğini düşünür. Aslında seyirciyi temsil eder bir yandan bu Hamal. Oturup dinlemesi, ses çıkarmaması emredilir ona. Başlardaki soytarı hali, hikâye ilerledikçe ve keşişlerin asıl kimliklerini öğrenmesiyle, onlarla bir bağ kurmasıyla daha ilginç bir hal alır. Her şeye bir tepki verir, tıpkı seyirci gibi. Yoshitsune’nin kimliğinin ortaya çıkacağından dehşete düşer, ne yapacağını şaşırır. Hikâye ilerledikçe tıpkı biz seyirci gibi o da artık bu “yalanın” bir parçası olmuştur. Gerçek Hamal olsa bile artık o da Komutan tarafından şüpheyle gözlemlenen birisidir. Ayrıca Hamal, hikâyenin geçtiği zamanlardaki ciddiyete bir başkaldırıdır. Sağduyunun ta kendisidir. “İlke Dünyası” ekseninde patlayan bir kahkahadır, yani halktır. Kurosawa’nın yakın plan çekimlerinde zaten Hamal ve diğerleri arasında bariz bir fark ortaya çıkar. Herkes duygusuz, ifadesiz bir yüz sergilerken Hamal hemen hemen her duyguyu bize geçirir, köprü kurar.
Benkei ve Hamal arasındaki ilişki filmde en iyi işlenen durumlardan birisidir. Benkei daha yaşarken efsanevi birisiyken, sıradan bir adamla kurduğu ilişki, bu soylu ruhun bedeninde boş yere var olmadığını gösterir. Çünkü Samuray kurallarında sadece bilek gücünüzle değil, vicdan ve akıl ile de yüce olmanız gerekmektedir. Kimse Benkei seviyesine çıkamaz, kimse de Hamal seviyesine inemez. İki uç noktanın ahenkli dansıdır bize yansıtılan. Zaten Hamalın Lordun kurtarılmasındaki sahnede ne yaptığını yeni izleyecek arkadaşlara bırakmamız gerek. Bakalım onlar ne düşünecekler. Finalde Lordun zengin kıyafetleri içerisinde ve cebinde bir para kesesiyle uyanan Hamal, iyiliğin daima kazanabileceğinin sembolü müdür? Ya da iyilik tam olarak ne kadar sürer? Nihayetinde Hamal tam da Kurosawa’nın vermek istediği ve çok başarılı örneklerle bizlere kazandırdığı “anti-kahraman” örneklerindendir. Başta yalnızdır, istemeden maceraya atılır, kazançlı çıkar ve sonunda tekrar yalnızdır. Bir döngüdür bu. İniş ve çıkış olsa da biz bizizdir.
Film üzerine birkaç ilginç notla yazımızı sonlandıralım:
Kurosawa aslen bu filmi yapmak istememiştir ancak savaş dönemi otoriteleri onu zorunlu kılmış, o da bir gecede tüm senaryoyu oluşturmuştur. Film neredeyse tek bir stüdyoda çekilmiştir. Dönemde bombalamalar devam ettiği için kadınlar ve çocuklar tahliye edildiğinden filmde ve set ekibinde hiç kadın görülmez. Film Japonya’da neredeyse sekiz yıl boyunca “feodal değerleri aşağıladığı” gerekçesiyle yasaklı kalmıştır. Filmin çekimlerini o dönemde Amerikan Donanmasında Teğmen olan ünlü yönetmen John Ford da izlemiştir.
[1] The Films of Akira Kurosawa, Donald Richie, University of California Press, Second Edition, 1970.
Commentaires