top of page
Yazarın fotoğrafıOnur YILDIZ

Jupiter's Legacy - Sezon Bakışı

*Bu yazı dizi hakkında sürpriz bozanlara yer vermektedir.


Başlarken çizgi romanı sipariş etmeme rağmen henüz elime ulaşmadığının bu yüzden hikâyeyi sadece dizi odaklı değerlendireceğimin altınız çizmek isterim.

“Çizgi roman İthaki Yayınlarından çıkacak” çıkacak notu ile başlayalım bakalım neyin nesiymiş bu “Jupiter’s Legacy” ya da türkçe söyleyişle “Jüpiter’in Mirası”.

Amazon Prime Video gerçekten enfes işlere imza attı son dönemde. Bunların başını çekenler de yetişkinlere özgü yazılmış olan çizgi roman uyarlamaları. Önce “The Boys” ile ağzımıza bırakın bir parmağı, bir kavanoz bal çalındı. Yıldızlı ve çizgili Amerikan bayrağı adına savaşan kahramanları günümüzün içi boş süper yıldız modellemesiyle gösteren, aslında her şeyin bir ambalaj olduğunun altını çizen, oldukça kanlı ama bir o kadar eğlenceli bir intikam hikâyesi olan bu seriden sonra sıra “Invincible”a geldi. Invincible, The Boys gibi “live action” değildi ama çizimler ve hikâye o kadar başarılıydı ki hem çizgi roman hayranlarını tatmin etti hem de o evrene giriş yapmak isteyenler için müthiş bir kapı açtı. Invincible bir intikam hikâyesi olmak yerine göze görünenin her zaman hoş olmadığı, bizi illa alt metni düşünmeye iten öğelerle bezeliydi.

İşte Amazon’un bu harikulade girişimlerinden sonra Netflix de kolları bir yetişkin süper kahraman hikâyesi için sıvadı. Harçlarını Mark Millar’ın eseri olan “Jupiter’s Legacy”de buldular.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Böyle hikâyelere ihtiyacımız var. Diyebilirsiniz ki “Neden?”

Çünkü artık uçan kaçan, amaçsızlıktan, insani duygulardan yoksun siyah ya da beyaz karakterlerden oldukça sıkıldık. İki süper güç dövüşürken normal halka neler olduğunu, yıkılan binaların finansmanının nasıl sağlanacağını, şehri/ülkeyi/dünyayı kurtarayım derken ortalığı yıktıktan sonra bu bilançonun yükünün kimin omzuna bineceğinin gösterilmemesinin, anlatılmamasının manntıksızlığından yorulduk. Birbirleriyle durmadan savaşan yabancılar yine aile içinde birbirine dönen bıçak uçları her zaman daha gerçekçidir.

Bu hikâyeler bize bu durumları daha da açıyor ve daha gerçekçi bir anlatım sunuyor. Zira emin olun Superman var olsaydı, bütün maaş çekini Metropolis şehrini yeni baştan inşa etmeye ayırması gerekir, acından hırsızlık bile yapardı!

Jupiter’s Legacy, bir grup arkadaşın öyküsü. Kısaca abisinin uyarılarına rağmen babasıyla beraber 1929 Ekonomik Buhranını görmezden gelen Sampson Steel şirketinin iki oğlundan küçük olana (Sheldon Sampson) buhran patlak verince intihar eden babasının “görüsü” musallat olur ve onu bir adaya doğru yolculuğa çıkarır. Bu yolculuğa çıkış noktası, ipuçları, gerekli ekibin toplanması vs. kendisine yine “görülerle” malum olur. Bu grup belli testlerden geçerek “layık” unvanını alırlar ve “Union of Justice” adında, suçla savaşan bir ekip kurarlar. (Sözde) liderleri de Sheldon Sampson olur.

İşler buraya kadar oldukça standart bir süper kahraman hikâyesi seyrinde devam etmektedir. Dizinin başarısı kronolojik olarak anlatmak yerine günümüzden giriş yaparak aralara geriye dönüşlerle serpiştirilmiş origin hikâyesini göstermesindedir.

Hikâye günümüzde başlar, Union of Justice üyeleri yaşlanmış ve yüzleri gibi ilişkileri de çatırdamaya başlamıştır. Karakterleri incelediğimiz kısımda bu “ilişki çatırdamasından” daha çok bahsedeceğiz.

Dizinin en olumlu yanları bana göre diyaloglarıydı. Size hissettirmeden yavaş yavaş su alan bir tekne hissiyatı veriyordu. Alınan kimi kararların ilerideki etkisini öngörebilirken kimilerinin de göremiyorsunuz. İnsanın en büyük düşmanının aslında uzaktaki yabancılar değil de “kendi yakınları” olduğu oldukça işlenen bir konudur. Zaten The Boys ve Invincible da yapılarını bu temele dayanarak kuruyorlardı. Takip edilmesi gereken kuralların gerekliliği, bu kuralların amacı - ki dizide gördüğümüz kadarıyla ilk kez masaya oturduklarında verildi- aile için mi yoksa ahlak ya da halk için mi savaşın verilmesi gerektiği gibi soruları soran diziyi izlerken, şöyle bir geçmişe bakıp da aldığınız kararları sorgulamamak elde değil.

Dizinin kötü yanları belki dövüş animasyonları olabilir. Neyse ki bu sahneler oldukça kısa tutuluyor ve bir artıya dönüşüyor. Zira artık dev binaların yıkılmasındansa dev iradelerin parçalanıp yıkılmasını görmek istiyor günümüz insanı. İnsanın “gri” olduğunu bir türlü kabul etmeyen yapımlar da hak ettikleri değeri zaten gişede ya da izlenme oranlarında buluyorlar.

Diğer bir kötü yan alışılmışın dışında hikâye anlatımı. Sıradan izleyici durmadan geriye dönüşlerle aydınlanan sorunları sevmez. Onlar soru işaretlerini sırasıyla açmak isterler. Gerçi Witcher dizisinin ilk sezonu acayip karmaşık timeline yapısı ile yine de pek çok izleyiciye kavuşmuştu ama bunda oyunun ve romanların başarısını aramak gerek. Yine de böyle bir işlenişi ben olumlu buluyorum. Hem diğer bölümleri merak ediyorsunuz, hem de soru işaretlerini seviyorsanız merakınız arttıkça bağlılığınız da artıyor.

Sezonun finalinde güzel bir twist olduğu kanaatindeyim. Yukarıda da dediğim gibi en güzel hikâye “yakınına dönen bıçağın ucundan çıkar”.

Şimdi gelelim karakterlerimize, karşınızda Ütopya ailesi ve ahbapları:

1- Sheldon Sampson -Ütopyalı (Josh Duhamel)

Bütün hikâyenin başlangıcı kabul edilebilecek görülerin sahibi Sheldon, aradan yıllar geçtikçe bağlı olduğu “Yasa” kavramına, yani “aman diyeyim öldürme kimseyi” yasasına daha saplantılı hale gelir. Tıpkı Superman gibi uçabilen-ki zaten uçamayan neredeyse yok- gözlerinden ışın atan ve Brainwave’in bile zihnini okuyamayacağı kadar güçlü, kudretli kişi. Çocukları Brandon ve Chloe’yi kendi arzusu dâhilinde yetiştirmek istediğinden evlatları ile arasında bir uçurum vardır. Zamanın ruhunu yakalayamamış yapısı -ve “seksi Noel Baba” lakabına layık görülen önleri yapışık, arkası dağınık uzun beyaz saçları- onu çağın dışında bir lider yapar. Çoğunlukla babalık bakışlarıyla istediğini yaptırsa da ekip liderliğindeki günlerinin sınırlı olduğunu anlarız. İleriki sezonlarda bu durum mutlaka değişecek ya da test edilecektir. Sampson oğlu Brandon’ın sonraki Ütopyalı olması için yetiştirilmesi gerektiğine ve henüz hazır olmadığına inanmaktadır. Bu doğrultuda zaten çatlak olan ilişkisi daha da zarar alır. Blackstar adlı kötünün - sonradan öğrendiğimiz kadarıyla klonu olan- tüm aileye karşı savaşında Brandon’ın ailesini kurtarmak için düşmanı öldürmesini hazmedemez. Yasaya terstir, aileye terstir. Kabul etmek istemez ama bir yandan da baba olduğunu anımsar. Bu ikili yani Brandon ve Sheldon arasındaki baba-oğul diyalogları sanırım daha fazla olmalıydı. Brandon sonradan babasının lafına gelse de renk katan çatışma maalesef havada kaldı.

2- Walter “Walt” Sampson - Brainwave (Ben Daniels)

Sheldon’ı abisi ve 1929’daki ekonomik krizi öngören kişi. Adından da anlaşılacağı gibi kendisi bir telepat. Sizi istediği düşünce evrenine hapsedebiliyor. Ekibin zekâyı temsil eden kısmı bana göre. Kendisi güçleri kazanana kadar Sheldon’ın gölgesinde olduğunu iddaa eden, bundan son derece rahatsız olan bir “amca”. Walter zekâsını ve yeteneğini kullanarak nice badirelerde ekibe yardım etmiş olsa da - buradan sonrası spoiler susuyorum.

Walter’ın motivasyonu hep yukarılarda. Ne yapmak istediğini hep biliyor ve ona göre davranıyor, beğenmediği bir karar olduğunda da karşısında duruyor. Sanırım en sevdiğim karakterlerden birisi oldu dizide.

3- Grace Kennedy-Sampson - Lady Liberty (Leslie Bibb)

Güçlerini kazanmadan önce bir gazeteci olan Grace ile Sheldon, Grace’in Sheldon’ın babasının kirli çamaşırlarını ortaya çıkarması vasıtası ile tanışıyorlar ve günümüze kadar evliliklerini sürdürüyorlar. Grace de bir Wonder Woman yansıması olarak neredeyse Sheldon ile aynı güçlere sahip. Dizi boyunca bir dengeleyici görevi görüyor. Evlatları olan ilişkisi bana oldukça “tarafsız” geldi. Hani böyle “olmasalar da olur ya” der gibi. Grace de bir noktada “Yasa” kavramını çiğniyor ve Sheldon ile karşı karşıya kalıyor. Ama onca gücünün yanında cefakâr bir anne rolü de üstlendiği yerler görüyoruz. Grace’in asıl rolü ekibin güçlerini kazanırken içine battıkları durumdan çıkış noktası sağlamakta ortaya çıkıyor.

4- Brandon Sampson - The Paragon (Andrew Horton)

Brandon sanırım Batman’in oğlu Damien Wayne’den esinlenilmiş bir karakter. Belki de Damien ondan esinlenilmiştir kim bilir? Babası ve annesinin güçlerine sahip olan, ailenin “oğlan çocuğu”. Sahip olduğu güçleri ve yapabileceklerini daima sorgulayan, karanlık tarafa “ha geçti ha geçecek” izlenimi veren bir oyunculukla ekranda boy gösteriyor. Blackstar’ı ailesini kurtarmak adına öldürünce ve sonrasında bu yaptığını savunurken ailesine, değerlerine karşı durduğunda ona hak vermiyor değiliz. Brandon diğer kardeş Chloe yanında oldukça sönük kalıyor. Pek sözden çıkacak gibi değil. Ne denilirse onu yapıyor ve nihayetinde de babasıyla aynı fikre sahip olduğunu anlıyoruz. Tabii bu kötü bir durum olarak değerlendirilmemelidir. Zira çoğunluğun selameti adına bu kararı aldığını biliyoruz.

5- Chloe Sampson (Elena Kampouris)

Ailenin diğer üyeleri gibi bir süper kahraman ismine sahip olmayan, herkesin “Ütopyalının kızı” olarak andığı kişi. En baştan bu süper kahramanlık olayını çerçöp olarak kabul etmiş, ailesinden uzakta kendi başına, kendi kurallarıyla, yasasıyla yaşayan Chloe en gerçekçi karakterlerden birisi dizideki. Anne ve babaların kurallarını kayıtsız şartsız kabul etmek daima doğru değildir. Chloe özünde kahramandır zaten. Yardım etmesini de bilir, yok etmesini de. Bunun için bir isme ya da kostüme sahip olmaması gerektiğinin daima farkındadır.

6- Fitz Small- The Flare (Mike Wade) ve Petra - The Flare II (Tenika Davis)

Güçleri hızları olan baba kız. Fitz, Sampson’ların şirketinde çalışan sıradan bir insanken ekibe dâhil olur ve güçlerini kazanır. Ardından ekibin en büyük düşmanı, içlerinden çıkan Skyfox tarafından sakat bırakılır.Bu olaydan sadece söz edilmektedir. Muhtemelen sonraki sezonlarda bunu da göreceğiz. Artık meşaleyi kızı Petra almıştır. Yan karakterlerden öteye geçemeyen ikili için ekibin en zayıf halkaları diyebiliriz.

7- George Hutchence- Skyfox (Matt Lanter)

Evet, gelelim Skyfox’a. Ekibin içten yanmalı motoru. Güçlerini kazanmadan önce son derece lükse düşkün -her sabah 70 civarı yumurtadan birisini seçerek yiyecek kadar-, Sampson ailesinin evlatlığı diye tabir edebileceğimiz, Clone Wars animasyon dizisinde Anakin Skywalker’ı seslendiren Matt Lanter tarafından ekrana yansıtılan karakter. Skyfox gücünün farkında ve hep daha fazlasını isteyen bir karakter. Dizide ortaya çıktığı noktaları es geçiyorum spoiler nedeniyle. Skyfox kayıp. Ortada yok, gören yok. Ama yaşadığına neredeyse herkes emin. İlerleyen sezonlarda son derece kilit bir karakter olacağı kesin.


Evet, bu yedili yanında oldukça fazla yan karakterin de var olduğunu belirtelim. Bir ışınlanma sopası var ki herkesin sahip olmak isteyeceği bir nesne. Hatta en önemli karakterlerden birisi o ışınlanma sopası bile olabilir.

Kısaca Jupiter’s Legacy, diyalogları, kurgusu, çelişkileri ve zaaflarıyla sizi yarı yolda bırakmayacak bir dizidir.


Yazımızı sonlandırırken böyle hikâyelerin çoğalmasını umut edip, devam sezonlarının da bu kalitede bir anlatıma, karakter derinliğine sahip olması için mumlar yakalım efendiler!

6 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page