top of page
Yazarın fotoğrafıOnur YILDIZ

He-Man'i hatırlıyorum.

Erişmek… Bir yerlere erişmek… Bir şeye erişmek… Birisine erişmek…

Ömrümüzün büyük kısmı bu fiil etrafında şekillenir. Çocukken, üzerinde “çocukların ulaşamayacağı yerlere koyunuz” etiketli ürünlere, anlamlandırmak istediğimiz nesnelere erişmeye çalışırız. Sonra birisinin kalbine erişmeye, sınıfımızı geçmeye, boyumuzun uzadığını ispat etmek istediğimizden zıplayarak kirişe, üniversiteye, başarıya, ortalamalara, paraya, işe… Bütün bu erişim isteğinin sonunda kimsenin erişmek istemediği bir şey vardır. Ölüm. Tüm yaşamımızı bu erişmeyi istemediğimiz en büyük kâbustan kaçmak, ona giden yolu uzatmak adına başka yerlere erişerek, erişmeye çalışarak geçiririz.

Sadece canlı varlıklar erişmek istemez bir yere. Yarattıklarımız da erişmeye meyil gösterirler.

.

O gün küçük çocuk boğucu bir sıcağın doğurduğu sağanaktan kaçıyordu. Yeni moda ışıklı spor ayakkabılarının topukları altında havaya sıçrayan pis yağmur suyu baldırında izler bırakırken, yüreği şiddetle çarpıyordu. Evine gelmesine daha vardı. Bir yerlere sığınma ihtiyacı hissetti. Sıra sıra dizilmiş birahanelerin karşısında bulunan kimsesiz bir binanın kapısının girişinin üzerinde bulunan, yıllar boyu aldığı darbelerle yamulmuş ve sararmış plastik bir nesne gördü. Altında saklanabileceğini düşündü gökten mızrak gibi düşen iri yağmur tanelerinden. Sırtını duvara verip soluklandı. Solunda tozlu bir cam vardı. Yoğun kir tabakasının içinden oldukça büyük bir salon görünmekteydi. İçeride ne olduğunu merak etti. Tavandan düşmüş sıvalar ve tahta parçaları yerde sohbet ediyorlardı. Çocuk, kafasını sağa sola çeviriyor ama bir türlü alanın tamamını göremiyordu. Yağmura kendisini teslim etmeyi tekrar göze alabilir miydi? Cesaretini topladı, üzerinde kurumamış kıyafetleri onu üşütürken, yapmaması gereken bir şey yapmaya karar verdi. Şüphesiz evden kızacaklardı. Islanmış olması onun suçu muydu? Ya da merak etmesi? Ayağını tekrar yağmura çıkardı. Derin bir nefes aldı. Salonun göründüğü dar camın diğer tarafına, cadde kısmında boydan boya, yıllardır geleni geçeni sessizce selamlayan büyük camın karşısına geçti. Dar kardeşi gibi burası da toz ve kir kaplıydı. Hiç korkmadan elini cama götürdü. Yağmurun neminden yumuşamış toz tabakasını silmeye başladı.

Elini araba sileceği gibi hızlı bir şekilde kullanırken, başından süzülen yağmur suları omuzlarına dökülüyor, ıslanan çorapları artık fayda etmiyor, ayakkabısının içine su dolmaya başlıyordu. Ama o siliyordu durmadan kiri. Sanki evrenin sırrını ortaya çıkaracak gibi hissediyordu. İçerisi daha rahat görülüyordu şimdi. Yetişkin bir insanın beline kadar yükselen ahşap kaplamalar içerdeki alanı çevreliyordu. Tam karşıda bir kürsü çıkıntısı vardı. Tepesinde iki zincirle tutturulmuş, paslanmış beyaz tabelanın üzerinde kırmızı boya ile acele fırça darbeleri eşliğinde “gişe” yazılmıştı. Ahşap kaplamaların üzerlerinde belli aralıklarla yerleştirilmiş dikdörtgen biçiminde kısa kenarı yukarı gelecek şekilde çerçeveler vardı. Çerçevelerin içi boştu. İçeriyi kaplayan toz muydu yoksa yılların getirdiği bir acı mıydı bilemiyordu. Gişe tabelasının üstünde karşı duvarı neredeyse tamamen kaplayan bir poster asılıydı. Kenarları yırtık, rengi solmuş bir posterdi bu. Oldukça kaslı bir adamın elindeki kılıcı ona doğrultulmuştu. Harika bir çizimdi. Adamın alnında demirden bir bant, göğsünde “x” harfini alan bir kemer, sırtında pelerin, omzunda sivri dişli omuzluklar, altında ise bir külot vardı. Çocuk anlayamadı ne olduğunu. Bu adam da kimdi? Posterin sol alt kısmında iri harflerle şu yazılıydı. “He-Man Dünyalar Hâkimi”. Çocuk o güne kadar duymamıştı böyle bir şey. Yağmurun altında sırılsıklam sarmalanmış, hayallere dalmıştı. İşte o gün tanıştı He-Man ile. Sonraki günlerde öksürürken yün yorganının altında, hep o afişi ve filmi düşündü. Kâinatın Hâkimlerini düşündü. Kendisine doğrultulan kılıcı, adamın arkasında yükselen kukuletalı “iskelet” yüzü… Günler sonra öğrendi babasından orasının artık işlemeyen bir sinema olduğunu. Bandırmalı sinefil Hülya Uçansu’nun kitabında bahsedildiğini gördü sonra bu sinemanın. Şimdi bu sinema bebek eşyaları satan bir mağaza. Ama o çocuk için her önünden geçtiğinde dudağının sol yanını gererek gülümsediği, kimseler için bir şey ifade etmeyen ama ona kâinatın kapılarını açan en tatlı geçitlerden birisi.



.

Netflix, Temmuz ayında 80’li yılların en önde gelen karakterlerinden He-Man’in yeni animasyonunu yayınlayacağını duyurdu. He-Man, Star Wars’un oyuncaklarını serinin tutmayacağını sandığı için yapmayı reddeden Mattel şirketinin kurtuluşu olmuş bir karakterdi. Figür olarak başlayan macerası, 1986 yılında oyuncak satışlarının artmasının %95’ini kapsayacak kadar ilerlemişti. 80’ler çocuklarının bu figürü sevmelerinin nedeni şüphesiz Prens Adam karakterinin He-Man’e dönüşürken sarf ettiği sözlerdi: “Güç bende artık!”. Aile baskısından sıkılmış her çocuk can havliyle sarıldı bu sözlere. Bu sözler onların kudretinin timsaliydi. He-Man evreninin gerçek bir efendisi olmaması, Kurukafa Şatosunun anahtarı olan ikili kılıcın yarısının serinin kötü adamı ve tüm zamanların en ikonik kahkahalarından birisine sahip olan İskeletor’un, diğerinin He-Man’in elinde olması, ölümü olmaması, animasyonun “bir aile şirketi” gibi oluşturulması bu kudrete güç kattıkça kattı ve toplanmak, oynanmak, değiştirilmek isteyen, nefes alan bir ürün destanının da başlangıcı oldu.

.

He-Man olmadan önceki Adam’ın ve “savaş kedisi”, "titrek" Atılgan’ın ürkekliğinden sıyrılması, uzak bir diyarın içerisinden yükselen kıvılcımın çocukların cesaretini bulmasını sağladı. Şimdi yaratılışından yaklaşık 40 yıl sonra He-Man yenilenmiş teknoloji eşliğinde orijinaline sadık kalarak geri dönecek. Şu bir gerçek ki He-Man serisi de bir şeylere ulaşmayı deniyor. Yeniliyor, kayboluyor ve tekrar ortaya çıkıyor. Her seferinde daha da güçleniyor. Klasik sıfatını edinmek için çabalarının karşılığını alıyor. Her daim cesarete ulaştırıyor insanları. O gün yağmurun altında hastalanan çocuk da o sözleri hiç unutmadı ve hayatının nice ilkelerinden birisi haline getirdi. Güç sizden başkasında değil. Anlatılan bizim maceramız. Nasıl anlatacağımızı seçmek de bize kalmış.

32 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page