Hiç balık tuttunuz mu? Ben balık tutmayı çok severim. Pek gittiğim söylenemez balığa ama yine de fırsat bulunca “neden olmasın” der atlar giderim. Ankara’ya yerleştiğimden beri bu hobimi maalesef sadece oyunlarda sürdürebilir oldum.
Edebiyatı da bazen balığa çıkmak gibi görürüm. Mesela büyüdüğüm Ada sahillerinde sabaha karşı çoğunluğu emekli öğretmenlerden oluşan bir grup vardı. Denize sıfır dükkânımızın kepenklerini kaldırırken annemle babamın yanında duran ben günün ışımasıyla ellerinde oltaları, tutacakları balıkları koyacakları kovaları ile şıpıdık terlikleri ayaklarında, saçları bembeyaz ya da dökülmüş başlarında siperlikli şapkalarıyla -ilginçtir bu şapkalar genelde “Petrol Ofisi” ya da “Opet” şapkaları olurdu- yürür giderlerdi. Artlarından bakardım.
Belli bir süre sonra dönerlerdi. Kovalarından, tuttukları balıkların canlılığını koruması için doldurdukları sular taşarken yine geçerlerdi önümden. Bazen duyardım onların konuşmalarını… Yitip giden türlerden, durmadan aynı balığın oltaya takılmasından memnuniyetsizliklerini dile getirir ya da hangi balığın hangi rakıyla iyi gideceği arasında tartışırlardı. Adanın rüzgârlı sıcağından mıdır nedir, dönen başımdaki çocuk aklımla hayal kurar, buzlu bir göl hayal ederdim. Kırılan buzun altındaki o enfes yaşamı, iki saatlik zevk için sonlandırılan canları düşünürdüm.
Buzda hiç balık tutma şansım olmadı. Küçük yaşımdan beri okuduğum ve halen öğrencilerimle -özellikle küçük sınıflarla - iletişimimi dinç tutmak istediğimden okuduğum kitapları düşünür, o büyülü dünyalarda sözü edilen buzlu göllerdeki balık tutma sahnesini canlandırmak isterdim. Buzu kırdığınızda karşılaşacağınız türleri, yeni bir keşif yapmış gibi havalara uçsanız da sıradan bir balık olduğunu öğrendiğinizde yüzünüze yayılan hüznün tebessümünüzü silebileceğini…
İşte Çehov benim için buzda balık tutmaya benzer. Her daim o kırılan buzun altından, Çehov öykülerinde balıklar değil de toplum çıkar toplum. Her imge, her nesne taşar, fışkırır, oltanız yetmez, elinizle yakalamaya çalışırsınız.
Amazon ve Can Yayınlarının ortaklaşa başlattığı Lacivert Klasikler serisinden olan Maske adlı öykü kitabını okudum geçenlerde. Çevirisi Zeki Baştımar beyefendiye ait. “Nişanlı”, “Maske”, “Suikastçı” ve “İlkbaharda” adlarına sahip dört öyküden oluşan bu kitaptaki öykülerden bahsetmek istiyorum size.
Dilerseniz, ilk öykü “Nişanlı” ile başlayalım.
Rus Edebiyatının en zor yanı sanırım isimlerdir. Kısaltmalar, ilişki derecesine göre kullanılan farklı lakaplar romanları okurken zorluk çıkarırdı bana. Hep kenara not ederdim. Öykülerde bu durum daha masum daha kolay. Nadya ile tanışırız bu öyküde. Nadya üzerinden hep etrafımızı saran çelik parmaklıkları kırma isteğini tadarız. Hayatın karşımıza çıkardıkları ile yetinmeli miyiz yoksa daha fazlasını arzulamalı mıyız? Arzularken nasıl adımlar atmalıyız? Hayatın güzel ve alınması gereken bir risk olduğuna dair nice öğe barındırırken aynı zamanda ufacık bir öyküye Rus toplumunu sığdırır Çehov. Hovarda üniversite öğrencisi, bildiği gibi yaşayan, nerede akşam orada sabah Saşa, Nadya’nın “züppe” unvanını sonuna kadar hak eden, ayak çukura girince de dine yönelen annesi, sadece aile parası ile geçinen ve hayatta sunulan fırsatları görmezden gelip, halinden memnun olan fakat etrafına sadece bıkkınlık veren Andrey, Tanrısal duruşu ile kadim halkı temsil eden babaanne. Hepimiz bir noktada bulunduğumuz noktadan uzaklaşmak zorundayız. Yumurtadan çıktıktan sonra kanatlarımızda var olan salyadan kurtulmalı ve gerekirse güneşe uçmalıyız. Kendi kaderimize sadece biz karar verebiliriz. Yaptığımız seçimlerden de biz sorumluyuz. İyi ya da kötü o, sadece bizim bilebileceğimiz bir iştir.
Kitabın ikinci öyküsü “Maske”.
Öyküye daha başlar başlamaz bir partide “olmadık” hareketlerde bulunan karakter bana, 2017 yapımı, Cannes’da prömiyerini yapan Ruben Östlund’un “The Square” filmini anımsattı. Filmde şık bir restorana elinde gorilvari değnekleriyle giren bir adam, masalara çıkar, insanlara goril gibi bağırır, yemeklerini döker. Kimse oralı olmaz. Paranın felakete gözünü yummasıdır bu. Çehov, “Delinin kuralı olmaz” diyor bize. Evet olmaz. Toplum kuralları dehalar, deliler, âşıklar için hiçtir. Herkes önce kendi şapkasının şekline şemailine bakmalıdır.
Maske konusunda oldukça canımızın sıkıldığı bu günlerde bu öyküyü okurken tabii aklım ister istemez iki yıldır suratımıza yapışan maskelere takılmadı değil. İnsanın takındığı maskeler bambaşka bir konu. Çehov bu öyküsünde biraz da bunu irdeliyor. Cyrano’nun “İstemem eksik olsun” tiradı, insanların maske takıntısı konusundaki hislerimi sizlere çok net anlatacaktır. Şuraya da Rüştü Asyalı'nın enfes sesinden tiradı dinlemeniz için video linkini bırakayım.
Üçüncü öykü “Suikastçı”.
Öykünün adını görür görmez bir polisiye havası sezilse de, yaşam mücadelesi veren bir köyde yaşayan, Çehov’un “Mujikin aklı mujik olur” demesiyle takdir eder gibi yapıp yerdiği bir karakterin, demiryolundaki somunları sökmesinin ardından çıkarıldığı mahkemeyi konu alır. Şener Şen ve İhsan Yüce’lik bir mini-senaryo görevi gören öyküde Çehov, Sanayi devriminin, Rus köylüsüne verilen isim olan “mujikler” üzerindeki etkisi, halkın bilinçlendirilmezse neler yapacağının, yapabileceğinin altını çizer. Ama Çehov öyküde mujikten yanadır. “Delinin kuralı olmaz.” Önemli olan belki de kuralları deliye uyarlamaktır.
Son öykü olan “İlkbaharda”, pastoral bir havada belirir. Diğerlerinden daha bireysel bir öykü olduğunu düşünüyorum. Haldun Taner’in sabahları anlatırken kullandığı cümleler gibi özenle dizilmişti cümleler. Baharın gelmesiyle sanatçı ruhuna sahip bir işçinin hissiyatı yayılmıştı. Napoléon’a kadar Fransızcaya çok değer veren ve neredeyse Rusça’yı unutacak kadar Fransızca konuşan sosyetenin izlerini “Ne yazık ki Fransızca bilmiyorsunuz” cümlesiyle görmek, yabancılar yerine kendi sanatını konuşturmak isteyen, baharı ve memleketini sahiplenen bir birey görmek gülümsetir sizi. Dünyadaki bütün meselenin birbirimizi anlamamak oluşunu hatırlatır yine bizi Çehov. Karakterine de öyle söyletir: “Beni bir anlasalar işler yoluna girecek.” İşler yoluna girer mi bilmem ama bu gidişle raydan çıkacağı kesin.
Bildiğim, artık tat almam belki diye andığım yazarların bambaşka eserlerine odaklanınca böyle bir tablo çıkıyor ortaya.
Buz kırıldı. Eğer kendi buz tutmuş gölünüzün kalın tabakasını kıramıyorsanız, deneyin, önce zayıflayacak sonra kırılacaktır. Size nice diyarlara giden kapılar açacaktır.
Kapak fotoğrafı:
Kommentare