top of page
Yazarın fotoğrafıOnur YILDIZ

Fellini'nin aylakları yan gelip yatmak zorunda mı?

DÜŞ

Fellini bir düş insanıdır. Kamerasını tuttuğu her sahne kendisinin çocukluğundan, gençliğinden ya da o anki yaşamından bir kesit barındırır. En otobiyografik yönetmendir bile diyebiliriz belki.

Filmlerini ilk izlediğim andan itibaren beni büyülemeyi başarmış ve hala da büyülemeye devam eden Fellini’nin bugün sizlerle "I Vitelloni" yani Aylaklar hakkında konuşacağız.

Aylaklar 1953 yapımı bir film. Atmosferinden, insanlarına kadar sıcacık bir yapısı var. Ancak konunun ve olayların gelişiminin kimilerimiz için aynı sıcaklıkta olduğunu söyleyemeyeceğim.

KASABA İNSANLARI

Film küçük bir İtalyan kasabasında yaşayan, çocukluklarından beri orada büyümüş ve hemen hemen kasabanın dışına hiç çıkmamış beş gencin üzerinden, dönem İtalya’sının ve gençliğinin sorunlarına eğilerek bir panorama çiziyor.

Öncelikle bu beş gencimizi bir tanıtalım.

“HEP GİTMEKTEN BAHSETTİK…”

Alberto. Son derece uçuk, annesiyle yaşayan, şen şakrak bir karakter. Zaten karnavalda kadın kıyafeti giyerek devasa bir kafa ile de dans edebilecek tek karakter aralarında. Kız Kardeşini seviyor. Ama kız kardeşinin daha büyük hayalleri var. Küçük şehir ona da dar geliyor.

Riccardo. Fellinin kardeşi tarafından ekrana yansıtılan Riccardo - ki aktörün ismi de Riccardo Fellini- birebir yönetmenin kendisi. Hani karakterini geçtim fiziken o kadar benziyor ki çoğu sahnede “cameo” var mı diye düşünmedim değil. Riccardo karakteri grubun en mahalle sevdalısı diyebiliriz. Daha filmin başında Sandra’nın “Denizkızı” güzeli seçildiği sahnede yaptığı şaklabanlıklardan, düğün sırasında oturduğu yüksek yerden müthiş tenor sesi ile gürlemesine kadar mahallenin haşarı çocuğu Riccardo.

Leopoldo. Leopoldo grubun entellektüeli. Küçük şehirde zihnini yeşertmeyi başaran, sanatla iç içe yaşamaya çalışan ender beyinlerden. Ama tabii ki onun da kaderi bu kasabanın sınırlarında kalıyor. Kendisi bir tiyatro oyunu yazarı. Sabah akşam çalışıyor. Dur durak bilmiyor. Bir de kapı komşusu var. Uzun bir sopayla onun camına vuruyor geceleri. Gencecik bir İtalyan kadını. Gülümsüyor Leopoldo ona. Kafasını çalışmalarından kaldırdığı zamanlardaki en büyük zevki bu kadınla konuşmak ve dostlarıyla dolaşmak.

Fausto. Ekibin zamparası. Tam anlamıyla hem de. Zaten ekranda ilk tanıştığımız da Fausto oluyor. Yine genç bir kızın hayalleriyle oynarken görüyoruz onu. Fausto ana karakter gibi gözükse de, ekran zamanı diğer arkadaşlarından daha fazla olsa da, onun hayatının ekseninde gelişen olayları diğerlerinin gözünden tecrübe etsek de Fausto, filmin ana “kötü” karakteri aslında. Sevdası sevda değil, maymun iştahlı bir genç. Eşi ve “Denizkızı” seçilen Sandra’ya bağlılığı her daim sorgulanan, daldan dala atlayan, hiç tatmin olmayan, hiç çalışmamış bir genç. Karanlık kuşağın en büyük temsilcilerinden.

Son olarak Moraldo. Moraldo grubun en sessizi. Ağzını gerekmedikçe bıçak dahi açamıyor. Arkadaşlarını toparlayan, dengeleyici görevi gören bir yapısı var. Hep dalıyor, düşünüyor. Kardeşi Sandra’yı çok seviyor, körü körüne aşkını eleştiriyor ama bir yandan da Fausto ve diğerleriyle olan dostluğunu da yabana atamıyor. Dostluğundan vazgeçememesi aslında hem kendisine, hem kız kardeşine hem de çevresindekilere büyük zarar veriyor.

“DIŞARISI ÇOK GÜZEL, TIPKI DÜNYANIN SONU GİBİ”

Film bir törenle açılıyor. Bunun sonradan “Denizkızı” töreni olduğunu öğreniyoruz. Sandra burada kasabanın en güzel kızı seçiliyor. Taç töreni esnasında göğün patlayıp yağmurun inmesi hevesini kursağında bırakıyor genç kızın. Belki de bu tarz törenlerden tiksindiğini her zaman söyleyen Fellini’nin bir güzellemesidir taç giyen kızın sadece “Ben...” dedikten sonra herkesin ortalıktan kaybolması. Yağmur bu iğrençlikleri temizliyor ve insanlar çil yavrusu gibi evlerine dağılıyorlar.

Dış ses bize sırasıyla karakterleri tanıtıyor. Önce Fausto’nun hayatına yakından tanık oluyoruz. Annesiz büyümüş, babası orta sınıfın temel direklerinden bir emekçi olan Fausto acelece bavulunu topluyor, kaçmaya çalışıyor. Hayatı boyunca asla sorumluluk almamış olmanın verdiği korkuyla, hamile bıraktığını öğrendiğimiz Sandra’yı da geride bırakarak kaçıp gitmek istiyor. Babasının zoruyla Sandra ile evlenmeye karar veriyor.

Bu evlilik zorlaması bilindiği gibi toplumun her katmanında ve daima varlığını sürdürüyor. Eli asla bir iş tutmamış Fausto, kasabanın zengin ailesinin kızı olan Sandra’yı da koluna takınca balayı için Roma’ya gidiyorlar.

Balayına giden çiftin ardından hüzünlü gözlerle bakan arkadaşları kalıyor. Geriye kalan dördünün günlük yaşantılarına tanıklık ediyoruz. Dört karakter de aslında aynı Fausto gibi, günlerini -ellerinden geldiğince- gün etmeye çalışıyorlar. Ancak kasabanın imkanları sınırlı. Hatta Fellini öyle çekimler uyguluyor ki, dört - sonra da Fausto’nun tekrar aralarına katılmasıyla ikişer üçer bölünen- arkadaşın birlikte görüldükleri her sahnede mutlaka “hapis yaşamını” anımsatan öğeler mevcut.

Örneğin arkadaş grubu sahilde dolaşırken ve “kaç liraya denize girersiniz ulan?” gibi soruları birbirlerine yöneltirlerken, sahile çekilmiş çitleri görüyoruz. Kasabanın en büyük meydanı bile karnaval dışında çok dar bir çekimde gösteriliyor. Ay ışığı yansıması yüzüne vuran Moraldo’nun duvarında parmaklıklar beliriyor. Yolda bulup, top haline getirip oynadıkları tenekeyi bile “dar alanda kısa paslaşmaya” çeviriyorlar. Sokakta oynamış nesillerin belki de sonuncusu olan 90’lar çocuklarının temsilcisi ve aynı zamanda böyle küçük bir yerde büyümüş olarak, karakterlerin kasaba yaşantıları ile oldukça fazla bağ kurduğumu söyleyebilirim.

Hatta şöyle bir replik geçiyor bu sahnenin sonunda:

Bir gün daha geçti işte. Eve gitmekten başka ne yapabiliriz ki?”

GÜZEL GÜNLERİN GETİRİP GÖTÜRDÜĞÜ

Bu geçen günlerin en güzel sahnelerinden birisi de Moraldo’nun sabaha karşı saat üçte tren istasyonunda çalışmak için yola çıkan bir çocukla karşılaşması. Moraldo’nun sessiz yapısındna dolayı bu sahnede çocuğu ciddiye alabilecek olan tek karakter olduğunu hatırlatalım. Senaryo açısından doğru bir seçim olmuş. Çocuğun istasyon kepini başına geçirdiği bölümde, kepin küçük gelmesi çok fazla şey anlatıyor aslında. Çünkü Moraldo o küçük çocuğun omuzlarına aldığı sorumluluğu taşıyabilecek güçte değil. O da diğer arkadaşları gibi hep kaçmış ve “aylaklık” yapmış. Gülünüp geçilse bile, yüzlere yapılan yakın çekimde bu işin ciddiyeti gözler önüne seriliyor. Maalesef günümüz insanının yükü her zamankinden daha fazla. Bizlere her daim daha fazla, ekstra sorumluluk almak düşüyor. Böylesi bir düzende bizim “Aylakların” zaten tutunabilmesi mümkün değil. Günümüzde bedenlerimiz büyük ancak varoluşumuz hep küçük.

Gençlerin bu dipsiz çukurda kapana kısıldığına tanıklık ediyoruz her saniyede.

Fausto Roma’dan döndüğünde bir gramafon getiriyor. Sanıyorum bu Fellini’nin de ilk defa kendilerine - ya da yakın çevresine- ait olan bir gramafon gördüğü kısım ki, filmde güzel bir soluklanma noktası olmuş.

Fausto’nun dönüşü gruba da tekrar bir heyecan katıyor. Kayınpederi sayesinde dini malzemeler satan bir antika dükkanında işe başlasa da, çocuğu doğsa da o zamparalığından hiç vazgeçmiyor. Bu durumu patronunun eşine sarkmaya kadar götürüyor. Bu girişiminde duvara toslayan Fausto’ya patronu sevgi üzerine muazzam bir nutuk çekip kendisine aslında “mutsuz” olduğu için çok acıdığını söyleyip işten çıkarsa da Fausto asla akıllanmıyor. Grubun en pasifi olan Moraldo’nun elinden tuttuğu gibi antika meleklerden birisini çalıp satmaya çalışıyor. Burada aklıma Zola geldi. “İnsan özünde kötü ise kötüdür.” Nihayetinde de yaptıklarına dayanamayan babasının dayağına, eşinin kendisinden kaçmasına maruz kalıyor.

Leopoldo hayranı olduğu tenora yeni yazdığı tiyatro oyununu okuduğunda çok ilgilendiğini fark ediyor. Mekandan çıkıp deniz kıyısına gitmek istiyor tenor. Esen rüzgar, kasabayı birbirine katıyor. Leopoldo’nun eserinin sayfaları havada uçuşuyor. Anlıyoruz ki bu durum kaosun bir habercisi. Leopoldo sonunda tenorun eseriyle değil de bedeniyle ilgilendiğini anladığında o da hayal kırıklığına uğruyor ve kasabadan kaçma hayalleri suya düşüyor.

Alberto ise karnaval sonunda sarhoş bir şekilde merdivenlerde otururken yanına gelen Moraldo’ya “Siz bir hiçsiniz! Hepimiz bir hiçiz!” diye bağırıyor. Bir yakarış bu. Düzene, kadere ve daha nicesine gürültülü bir yakarış. En büyük sıkılmışlığı ve sıkışmışlığı hissettiğimiz karakter Alberto. Uçarı tavrı, kardeşinin kim olduğunu bilmediğimiz bir adamla kaçmasıyla son buluyor. Artık o kadın kıyafeti ve makyajıyla ağlayan bir palyaçodur.

Riccardo’nun film boyunca en büyük derdi dostları ve aldığı kilolar oluyor. Fellini belki de isteyerek kendisini çok dahil etmemiş trajik olaylara.

“...AMA SADECE BİRİMİZ, BİR SABAH TEK KELİME ETMEDEN GİTTİ.”

Son olarak Moraldo. Moraldo kaçmayı başarabilen tek kişi oluyor. Kız kardeşinin kaçması ama yine de Fausto’ya inanması, arkadaşlarının yaşadıkları en sonunda bardağı taşırıyor. Kimseye haber vermeden trene atlayıp giderken sadece bir kişi fark ediyor onu. İstasyon çalışanı küçük Guido.

Onunla vedalaştıktan sonra Guido’nun rayların üzerinde sekerek gezmesini, dans etmesini artık bayrağı onun taşıdığı şeklinde yorumlayabiliriz.

Küçük insan daima sıkılacaktır. Önemli olan yaşadığımız zamanı ve alanı kendi isteğimiz şeklinde olmasa da en olabilecek şekilde yönetmektir. İnsanlar gelir ve gider. Mutlu olabilmenin sırrı gayet basittir. Fellini bize elindekiyle mutlu olamayan ya da oldurulamayan insanların hikayesini en yalın haliyle anlatıyor.

10 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Opmerkingen


Yazı: Blog2 Post
bottom of page