Ben akademik dilden pek hoşlanmayan bir akademisyenim. İlk yazıya ilk cümleden biraz sert başlamış olabilirim, izin verin açıklayayım. Biz -akademisyen olduğunu daha yazdığı bir yazının ilk cümlesine sıkıştıracak kadar duyurmayı ve bununla övünmeyi pek seven- akademisyenler sürekli sayfalarca bir şeyler yazıyoruz ama bizi bizden başka okuyan, anlayan, anlatan yokmuş gibi geliyor. Fenomenolojik hede hödö, antroposantrik bıdı bıdı gibi terimsel ifadeler bilimsel alanda oldukça gerekli aslında, çünkü kavramları birbirlerine göre konumlandırmazsak herhangi bir bilim dalını var edemeyiz, biri bir kavrama elma derken öteki aynı kavrama armut demeye başlar, böylece bildiklerimiz ve bilmediklerimiz arasında kaybolup gideriz. Ancak okuduklarımızı, öğrendiklerimizi ve yazdıklarımızı günlük hayatımıza konumlandıramıyor, aile ya da arkadaş sohbetlerimizde basitçe aktaramıyor, şakasını yapamıyorsak öznel ya da nesnel herhangi bir bilgiyi geniş kitlelere yayabileceğimize inanmıyorum. Gerçi akademi kavramının varoluş amacı bugüne kadar hiçbir zaman bilgiyi halka ulaştırmak olmadı ya… Ama çevremde gördüğüm akran -yani benimle aynı zamanlarda akademik camiaya girmiş olan- arkadaşlarımdan da gördüğüm kadarıyla çoğumuz sözünü ettiğim kaygıları ve istekleri paylaşıyoruz. Birilerince zamanında saraylara layık görülmüş müzik sanatını sokaklarda icra eden halk ozanları gibi olmak istiyorum ben açıkçası. Belki de gibi değil de onlardan biri olmak istiyorumdur. Neyse, gelelim konumuza…
Diyelim ki bu yaz bir tatile çıkacaksınız. Varış noktanız belli, ancak evinizden çıkıp oraya nasıl gideceğiniz belli değil ve bunu planlamaya çalışıyorsunuz. Tahmin edebileceğiniz üzere seçenekler sınırsız. Gideceğiniz yer karayolundan gidilebilecek bir yerse otobüsle, uzak ya da denizaşırı bir rota tercih ettiyseniz uçakla, insan temasından kaçınıyor ve gittiğiniz yerde özgürce gezmek istiyorsanız arabayla, çok zenginseniz ve bunca zahmete katlanmak istemiyorsanız özel jetinizle -hatta bir yolcu uçağını kiralayarak- gidebilirsiniz. Yeterince maceraperestseniz otostop, bisiklet, hatta yürüyüş her zaman seçenekleriniz arasında. Yani aslında sonuç değişmiyor, siz evinizden çıkıp tatilinize gitmiş oluyorsunuz. Sadece nasıl gideceğinize, yani gidiş yönteminize karar vermeniz gerekiyor.
Yöntem önemli, çok ama çok basitçe bir konuya yaklaşım biçimimiz olarak tanımlayabiliriz yöntemi. Özellikle 90’lar jenerasyonunun çok iyi bildiği Hayat Bilgisi dizisinden bir örnek verecek olursak:
Okulun ilk gününde aşağıdan koyun sesleri gelmektedir. Olayın absürtlüğü göz önüne alındığında doğal olarak tüm öğretmenler işi gücü bırakıp koyunlarla ilgilenmektedir. Meditasyona merak salmış fen bilgisi öğretmeni Kadriye, koyunun ruhani ve kutsal olup olmayışı üzerinden, mistik yorumlar yapar. Din kültürü öğretmeni Hidayet, koyunu dinsel açıdan ele alır. Beden eğitimi öğretmeni ve her fırsatta kadınları ve haklarını savunan Fidan ise konuya yine feminist bir yerden girer ve zavallı koyunları kendi dünyasındaki hiyerarşik piramitte erkeklerden de alt bir konuma iter. Görüldüğü gibi okuldaki koyun sorunsalını her öğretmen farklı bir yöntemle değerlendirmiş, bu durum koyunların varoluşunu etkilememiştir. Başka bir deyişle koyunlar, okuldaki sıradışı varoluşlarını anlamlandıran insanlar sayesinde belleklerde dünyada kapladıkları yerden daha önemli bir yer kaplamışlardır.
Konuyu yukarıdaki absürd örnekten daha az absürd bir yere bağlamam gerekirse kitaplar da böyledir işte, bir kitabın anlatı evrenine girmek için sonsuz sayıda kapı vardır. Bir kitabı başından sonuna yalnız kurgu ve olay örgüsü bağlamında okumak da bir seçenektir, kelimeleri seslendirerek aralarındaki şiirselliği yakalamaya çalışmak da, onu bir Matisse tablosuna benzetmek de.
Kısaca kendi yaptığım bir çalışmayı örnek vereceğim, bu kadar yazmamın amacı kendi primimi yapmaktı. Yüksek lisans tezimi Pascal Quignard’ın iki kitabının musico-littéraire -yani yazının müziksel boyutu- incelemesi üzerine yazdım. Kitaplardan biri Orçun Türkay tarafından Türkçeye çevrilmiş olan Dünyanın Bütün Sabahları (fr. Tous les matins du monde), diğeri ise maalesef henüz Türkçemize kazandırılmamış olan -ve yeterli zamanım olursa şahsen kazandırmak istediğim- dilimizde Müzik Dersi anlamına gelen La leçon de musique idi. Çevirisi olduğu için Dünyanın Bütün Sabahları üzerinden örnek vermek daha kolay olacak. Yaptığım kısaca şuydu: kitabı elime alıp baştan sona okudum ve kitabın yalnızca kurgusunu değil, sözcük seçimlerinden söylem düzenine kadar her boyutuna müzik bezenmiş olduğunu fark ettim. Bu tarz eserleri incelemek için Frédéric Sounac isimli bir akademisyen bir yöntem icat etmiş ve bunu bazı eserlere uygulamış, ben de onun yöntemini alıp kendi örneğim üzerinde yaptım. Sounac hocamıza -akademide herkese “hocam”, “hocam” demek oldukça makbuldür- göre müzik bir yazınsal eserde üç şekilde bulunur: ya konusu müziktir, ya kitabı sesli okuduğunuzda kulağa gelişi müzikaldir, ya da kitabın söylemsel boyutu bir müzik eserini andırır. Şansıma seçtiğim kitapta bu üç yaklaşım da aynı anda vardı. Öncelikle kitabın konusu müzik, çünkü 1700’lü yıllarda gerçekten yaşamış olan müzik öğretmeni M. de Sainte Colombe ve öğrencisi ve barok besteci Marin Marais’yi eserinde diriltiyor ve bu ikisinin müzik derslerini konu alıyor.[1] İki karakterin müzik hakkında konuşmaları, hatta tartışmaları oldukça bilgece işlenmiş. Bunun yanında kitabı sesli okuduğumuzda kulağa gelişi müzikal, ayrıca Orçun Türkay çevirisinde bu müzikaliteyi iki dilin uyumsuzluğuna rağmen mümkün olduğunca sorunsuz vermeyi başarmış. Quignard, dünyanın belki de en tutkulu müzik öğretmeni M. de Sainte Colombe’a öyle bir karakter tanımlamış ki kitaptaki kişiler arasında sadece onun konuşmasında ses oyunları, asonans ve aliterasyonlar var, sanki müzikten sadece kendisi o kadar iyi anlıyormuş gibi… Son olarak ve bence en ilginç müzikal yazın biçimi olarak Quignard, kontrpuan tekniğini kullanmış. Kontrpuanda kısaca birden fazla nota dizilimi üst üste getirilerek her biri farklı bir melodi oluşturacak şekilde sıralanıyor. Hem her melodiyi tek tek duyuyorsunuz, hem de oluşan yeni parçayı dinleyebiliyorsunuz. Quignard, farklı kişilerin farklı hikayelerini adeta üst üste dizerek bir çeşit çok seslilik sağlıyor. Ana karakterimiz Sainte Colombe’un hikayesi ana melodi olarak devam ederken diğer karakterlerinki ana hikâyenin üzerine diziliyor.
Diyeceksiniz ki bu adam bunu bile bile mi yaptı? Emin olmamakla beraber oyumu “evet”ten yana kullanıyorum, çünkü Quignard uzun yıllar Paris’teki Versailles Barok Müzik Merkezi’ni yönetti ve bebekliğinde başlayan dilsizlik problemini aile içinde uyguladıkları müzik terapileri sayesinde yendi. Müziğin hayatında ne kadar büyük bir yere sahip olduğunu bildiğimiz için bunu bilerek yapıp yapmadığı da bir önem taşımıyor aslında. Hatta daha da ileri gidiyorum ve umarım bilmeden yapmıştır diyorum. Umarım müzik büyülü bir şekilde damarlarında dolaşıyordur da ne yaptığının farkında bile değildir.
Konumuz yöntem ise, alın size yöntem. Beni tanıyanlar amacımın “bakın, ben müthiş bir çalışma yaptım” demek olmadığını bilirler. Tanımayanların da bilmesi için bu notu düşmem gerekti tabii. Amacım klasik gözüken bir romana bile değişik yollarla girmenin ne kadar eğlenceli ve ufuk açıcı olabileceğini göstermekti aslında. Bu romanı kurgu yönünden, müzik tematiğinden, psikanalitik çeşitli yöntemlerle defalarca incelemişlerdi, ben de böyle bir şey deneyeyim dedim. Bu da benim gidiş yolumdu. Bir yerden bir yere gitmek için yolcu uçağı kapatamayabilirim belki ama en azından sazım omuzumda bir halk ozanı gibi geze geze gitmeyi deneyebilirim diye düşündüm.
Ben yazıyı kısa tutacaktım değil mi? Meslek hastalığı işte…
Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle!
Okumak isteyenler için:
- Dünyanın Bütün Sabahları, Pascal Quignard (çev. Orçun Türkay), Sel Yayıncılık, 2021 (4.Baskı).
- Tous les matins du Monde, Pascal Quignard, Gallimard, 1991.
- La leçon de musique, Pascal Quignard, Folio, 1987.
- Ayrıca bkz. emeğim, çocuğum tezim: tez.yok.gov.tr sitesinden arama kısmına
“Créativité musico-littéraire chez Pascal Quignard : Tous les matins du monde et la leçon de musique / Pascal Quignard'da müzik ve edebiyat bağlamında yaratıcılık : Dünyanın tüm sabahları ve müzik dersi” yazarak bulabilirsiniz.
[1] Dünyanın Tüm Sabahları eserinin aynı adlı filmi yönetmen Alain Corneau tarafından çekildi. Filmin müziklerini yapan Katalan besteci Jordi Savall ile Pascal Quignard’ın kitap yazılmadan önce başlayan arkadaşlığı sayesinde Quignard bu kitabın kahramanlarını keşfetti. Barok müzik hayranı Quignard’ın Savall ile konuştuktan sonra bu karakterleri araştırmak için Paris’te gezmediği kütüphane kalmadı, ancak kitabı okuyup filmi izleyince çabalarının sonuçsuz kalmadığını görmek oldukça sevindirici.
Comments