top of page
Simay Turan

Dil Müzikten mi Geldi? Rousseau öyle diyor da…



Jean-Jacques Rousseau her yönüyle değişik birisidir. Lisedeki Fransız Edebiyatı hocamız Paul Georges (kulakları çınlasın) onun için “Rousseau l’Extraterrestre” (Uzaylı Rousseau) derdi, bize öyle öğretince akılda da öyle kalmış. Aydınlanma Çağı filozoflarının en önemlilerindir, ama diyorum ya, değişiktir. Aynı dönemlerde yaşamış Voltaire ve Montesquieu daha çok hukuk ve felsefe gibi dönemin “ciddi” alanlarında tanınırken Rousseau’nun uçarı ve sanatsal yönü daha ağır basar. Uçarıdır, çünkü öncülük ettiği pek çok konu vardır. Bir kere “öyle bir işe girişiyorum ki ne örneği var, ne de özentisi çıkacak. benzerlerime bütün gerçekliği içinde bir insan tanıtacağım, ve bu insan da ben olacağım.” cümlesiyle başlayan İtiraflar adlı eseri Batı edebiyatının ilk otobiyografik, yani yazarın kendini anlattığı eseri olarak bilinir. Ayrıca pedagojik bir amaçla yazdığı Emile ya da Çocuk Eğitimi Üzerine adlı eseri yazıldığı dönemde çocuk eğitimini aşırı serbest ve yoldan çıkmış bir süreç olarak göstermesi büyük tepki alır, çünkü eser altmetinsel bir okuması yapılmadan, dümdüz ele alındığında -ki o dönem altmetinsel okuma oldukça yeni bir kavramdır- “çocukları çayıra çimene salın, onlar kendi kendilerine büyürler” gibi bir anlam çıkar. Halbuki adamcağızın tek yaptığı “doğa durumu” (bir şeyin başlangıcı, başladığı durumdaki hali) diye bir kavram ortaya atmak ve çocuğun erken gelişim dönemlerinde doğayla iç içe olması gerekliliğini vurgulamaktır. Ayrıca günümüzde bu kitabı okuyan, anlayan ve uygulayan bireyler çocuk yapsaydı dünya çok daha düzgün bir yer olurdu, orası ayrı.


Çok dağılmadan konuya dönmeye çalışsam da Rousseau’nun parçalı kimliği ve aynı zamanda bunca yıldır benliğime kazınan bilgiler beni asıl söylemek istediğimden alıkoyuyor, en iyisi devam edeyim. Uçarı kimliğinden az çok söz ettiysem sıra sanatsal kimlikte. Aynı zamanda iyi bir müzisyendir Rousseau, 1752 yılında müziği ve librettosu kendine ait olan Köyün Kâhini adlı bir müzikal ortaya koyar. Müzik alanındaki öncülükleri müzikal yazmakla sınırlı kalmaz, yeni bir notasyon (notalama) sistemi icat eder ve bunu Dijon Bilimler Akademisi’ne sunar, ancak maalesef beklediği ilgiyi görmez.[1] Müzik öyle ya da böyle her zaman Rousseau’nun hayatında olmuştur; kimi zaman bir geçim kaynağı, kimi zaman ise bir yoldaştır.


Rousseau bir edebiyatçı, bir filozof ve bir müzisyenden oluşan parçalı kimliğini “dil felsefesi” adında yeni bir alanın kapılarını aralamak için kullanması, uzaylı kimliğini de göz önüne aldığımızda hiç de şaşırtıcı değil. Melodi ve Müziksel Taklit ile İlişki İçinde Dillerin Kökeni Üzerine Deneme adlı bir kitap yazıyor ve kitapta yok yok: dilin nereden çıktığından tutun da kuzeylilerin ve güneylilerin dillerine, yazının işlevine, müziğin kökenine kadar her türlü dilsel ve sanatsal konuda birbirinden destekli fikirleri var. İşte bunlardan bazıları:


1. İnsanın jest dili ve sesli dil olmak üzere iki dili vardır ve bunlar eşit derecede doğallardır.

2. Söz gereksinimlerden değil güçlü duygulanımlardan doğar. Sadece gereksinimlerimiz olsaydı konuşmak yerine jestlerle anlaşırdık. Örneğin bir elma yemek için konuşmamıza gerek yoktu, ama ilk kez birini heyecanlandırmak için çığlıklar ve yakınmalar gerekti.

3. İlk dil mecazlıdır. Gerçek anlamın en son bulunmuştur. Tıpkı ilk kez insan gören bir vahşinin onları ilk önce “canavar” olarak adlandırması, daha sonra korkacak bir şey olmadığını anladığında zamanla onlara “insan” diyebilmesi gibi.

4. İnsanlar önceleri konuşmak yerine şarkı söylemeye yönelmişlerdir. İlk sözcüklerin çoğu yansıma (fış, çıp, zzz gibi) sözcüklerdir. Eş anlamlılık ve kural dışılık fazla olacaktır. Soyut sözcük daha az olacaktır. Büyütme ve küçültme ekleri, bileşik sözcük, anlatımı güçlendiren zarflar vardır. Seslerin estetiği önemlidir. Çünkü kökenini doğadan alır, doğa ise estetiktir.

5. Yazı dilin sözcüklerini değil ama düşünme biçimini değiştirir, anlatımın yerine kesinliği koyar. Duygularımızı konuşarak, düşüncelerimizi yazarak anlatma eğilimdeyizdir. Yazarken bütün sözcükleri genel kabul gören anlamlarıyla kullanmak zorundayızdır, oysa konuşurken farklı tonlarla anlamları çeşitlendiririz.

6. Vurgu işaretleri sesteki vurguların yerini tutmaz: vurgu işaretleri ses vurgusu zaten kaybolduktan sonra bulunmuştur. Dil geliştikçe, dille uğraşan akademiler kuruldukça dil tekdüze ve soğuk bir hal alır.

7. Güney ve kuzey dilleri arasında görülen genel fark doğdukları iklimlerden ve oluşma biçimlerinden ileri gelir.

8. Güney dillerinin oluşumu: İlk zamanlarda insanın sahip olduğu tek dil jest ve eklemlenmemiş (artikülasyonu olmayan, gelişigüzel) seslerdi. Yerleşik hayata geçince insanlar kulübelerinin çevresindeki toprağı tarıma açtılar. Doğal felaketler sebebiyle topraklarını terk ederek başka yerlere gittiler. Bu göçler sırasında, açlık ve kıtlıkta birbirine bağlandılar. İnsan midesi çiğ eti sindiremeyince ateş başında yemek ritüelleri başladı. Ayrıca sıcak ülkelerde eşit olmayan biçimde dağılan su kaynakları sebebiyle insanlar hep birlikte su kaynaklarının etrafına yöneldi. Böylece iki cins arasındaki ilk buluşmalar gerçekleşmeye başladı. İnsan bu yeni olaylarla heyecanlandı, duygulanımlar sese yansıdı, vurgular başladı. Güneyde “gereksinimin değil hazzın çocuklarıdır ilk diller.” der Rousseau.

9. Kuzey dillerinin oluşumu: Kuzey halkları iklimden dolayı güçlenmemişlerdir, aksine güçlü olduklarından iklime teslim olmamışlardır. Yaşam kaynağı güneydeki gibi kalpte değil kollardadır. Güneyde dilin kökeni aşk ve haz iken, kuzeyde öfkedir. Varlıklarını güçlükle sürdürebilen ve yoksul kalmış toplumlar, onlara karşı gelen her şeye öfkeyle cevap vermeye hazırdırlar. Daha sert ve daha gürültülülerdir.

10. Güney dilleri canlı, tınılı, vurgulu ve enerjilerinden dolayı genelde anlaşılmazdır. Kuzey dilleri boğuk, sert, eklemli, cırtlak, tekdüze, sözcüklerinden dolayı açıktırlar. Batı dilleri konuşmaktan çok yazmaya uygundur, okurken alınan haz da dinlenirken alınandan daha fazladır. Buna karşın doğu dilleri yazıldıklarında yaşamlarını ve sıcaklıklarını yitirirler.

11. Müzikte önceleri sadece melodi vardı. Duygulanımlar vurguları, vurgular şarkıyı, zamanla gelişen nicelikler ise ölçüyü oluşturdu.

12. Desen resimde ne yapıyorsa aynısını melodi de müzikte yapar. Hatları ve figürleri melodi belirtir, akorlar ve seslerse sadece bu hatların ve figürlerin renkleridir. Bir melodi oluşturmak için öncelikle seslerin düzenlenmesi gereklidir.

13. Müzik, sözlüğüne sahip olmamız gereken bir dildir. Armoni sadece uzlaşıma bağlı güzellikleri içerdiğinden ona alışkın olmayan kulaklara hiçbir şekilde hoş gelmez. Hayatında hiç pes ses ve armoni duymamış olan kişi kendiliğinden bu armoniyi bulamayacağı gibi, bu sesler ona dinletildiğinde bunlardan hoşlanmayacak ve teksesliliği tercih edecektir.

14. En canlı duyumlarımızın genellikle tinsel etkilerle harekete geçerler. Melodideki sesler duygulanımlarımızın işaretleri olarak etkide bulunurlar. Bizim en dokunaklı müziğimiz bizimle aynı deneyimleri paylaşmamış biri için boş gürültüdür. Haz kalpten kulağa taşınır.

15. Doğa akorları değil şarkıları esinler, armoniyi değil melodiyi dayatır. Renkler hareketsiz varlığın süsleridir ama sesler hareketin habercisidir. Resim doğaya daha yakındır ve müzik daha çok insan zanaatına bağlıdır, size benzeyen bir varlığı haber verir. Rousseau için müzik, bu yönüyle resimden daha büyüktür.

16. Sesi sadece havanın etkisi ve tellerin titreşmesi olarak değerlendiren müzisyenler çok hatalılar. Sözel vurguyu bırakıp müziği sadece armonik yapılara bağlayan müzisyenler kulağa daha gürültülü ve kalbe daha az yumuşak gelen bir müzik yapmış oluyorlar.

17. Eski Yunanlıların müzik sisteminin bizimkiyle hiçbir ilgisi yok. Fransız armonisi gotik döneme ait bir buluş. Yunanlılarda bizim anladığımız anlamda armoni yoktu, onların anladığı “mükemmel” uyumlu aralıklar, yalnızca çalgıların akordunu ayarlamak için kullanılan bir sistemdi.

18. Dil yetkinleştikçe melodi yavaş yavaş eski enerjisini kaybetti ve ses tonundaki değişimlerin inceliğinin yerini aralık hesabı aldı. Duygulanımlar azaldı. Makamlar, türler, gam… yeni yüzlere bölündü. Müzik sistemi adım adım armonik hale geldi. Müzik doğanın sesiyken ortaya koyduğu tinsel etkilerden böyle yoksun kaldı.

19. Özgürlüğe elverişli diller vardır, bunlar tınılı, prozodik, ahenkli, söylemi çok uzaktan ayırt edilebilen diller. Toplanmış halka düşüncelerimizi anlatamadığımız her dil köle dilidir, bir halkın hem özgür kalıp hem bu dili konuşması olanaksızdır.


Çok etkileyici değil mi? Kendini doğadan gün geçtikçe daha da koparan insanın insanlık durumunun farkında olan ve onu her yönüyle eleştiri yağmuruna Rousseau, her sorusunun cevabını doğada buluyor gibi gözüküyor. Dilin de, müziğin de, özgürlüğün de…




[1] Rousseau, nota işaretleri yerine belli bir diziye göre kullandığı rakamları portelere sıralamış. Aslında yöntemini biraz incelediğimde müziği çok iyi bilmeyen biri için bile oldukça açık ve anlaşılır olduğunu düşünmüştüm. O dönemde kabul edilmemesini de belli alanlarda otorite konumuna gelmiş akademilerin kibrine bağlıyorum. Ne de olsa bilim ve sanat halka inmemeliydi, değil mi?

18 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


Yazı: Blog2 Post
bottom of page