top of page
Yazarın fotoğrafıOnur YILDIZ

Denize adam düştü! "Blow the Man Down"- küçük şehrin büyük sırları -

“I hailed her in English, she answered me clear,

"I'm from the Black Arrow bound to the Shakespeare."

Blow the Man Down


Bir göçmen gemisi yelken açmıştı Avrupa’dan. Dev okyanus dalgalarında bata çıka gelmiş, martılar yelkenlerini delmiş, kargolar darbelerle denize dökülmüş, adamlar peşi sıra gitmiş. 1607 yılının sabahlarından birinde sisin içerisinden görünmüş kıyı. Serdümen bağırmış “Kara!” diye. İnmişler gemiden bitkin, kader arayışındaki yolcular. Kalan sandıkları indirmişler. Hemen çadır kurmaya başlamışlar. Sarışın bir çocuk bayraklarını dalgalandırıyormuş elinde tuttuğu incecik dalın ucunda. “Maine” demişler buranın adına. Rivayetler almış yürümüş bu ismin nereden geldiği konusunda.

Kimileri Fransa’nın Maine bölgesinden geldiğini, kimileri İngilizcede anakara anlamına gelen “mainland” sözcüğünün Fransız aksanlı hali olduğunu söylemiş. Kökenini tarihçilere bıraktığımız bu yerleşim yerinin rüzgârı, soğuğu meşhurmuş. Balıkçılık ana gelir kapısı olmuş yıllar boyunca.

Günümüze geldiğimizde Birleşik Devletlerin 50 eyaletinden birisi olmuş burası. Tarım ve hayvancılık konusunda bir fabrikaya dönüşmüş. Birleşik Devletlerin en uzak noktalarından birisi haline gelen Maine’in insanı da toprağı gibiymiş. Kara ve sert. Arada çıkarmış bu topraklardan kelebek huylu kişiler.

Bir gün iki kadın çıkagelmiş Harpswell adındaki kente. Ellerinde bir senaryo varmış. Kadınlardan birisinin ismi Bridget Savage Cole, diğerinin Danielle Krudy imiş. Harpswell kentinin ismi Easter Cove yapılmış ve 2018 yılında burada bir film çekilmiş.

Rotten Tomatoes sitesinin 2020 filmleri ödüllerinden “En iyi gerilim” kategorisinde liderliği göğüsleyen filmi Blow the Man Down filmidir bahsettiğim. Kasabanın film için değiştirilen adı gibi gerçekten de pek çok “easter” barındırır film.

Priscilla (Sophie Lowe) ve Mary Beth (Morgan Saylor) Connolly kardeşlerin hikâyesidir bize sunulan. Karakterlerimize bir göz atalım;

Priscilla, uzun boylu, kara saçlı, uzun bir yüze sahip, yaşadığı şehrin denizinin köpüğü gibi bembeyaz bir kızcağızdır. Annesi ile işlettiği bir balıkçı dükkânı vardır ve kardeşinin aksine şehirden neredeyse hiç çıkmamış ya da çıkmak istememektedir.

Mary Beth, annesine ve kardeşine yardım etmek için üniversiteden yaz tatiline geldiği memleketinde tahmininden daha uzun bir süre kalmak zorunda kalmıştır. Kıvır saçlı, kumral, kardeşinin aksine şehirden nefret eden ve elinden gelse buraya hiç dönmeyecek olan bir karakterdir.

İki kardeşin kendilerine özgü yaşam tarzları annelerinin cenazesi ile kesişir. Cenazenin ardından kafasını dağıtmak isteyen Mary Beth, yerel bir bara gidince Gorski (Ebon Moss-Bachrach) isimli, oldukça kötü şöhretli biri kendisine musallat olur. Böylece cenazeden kurtulayım da kafa dağıtayım demiş olan Mary Beth, kendisini bir tuğla ile Gorski’nin kafasını dağıtırken bulur. Dananın kuyruğu kopmuş, kardeşlerin cinayetten yakayı kurtarma çabası içerisinde çırpınırken, züccaciye dükkânına girmiş bir fil gibi etrafı dağıttıklarına, dağıtırken de tüm kasabanın kirli çamaşırlarını ortaya dökmelerine tanık oluruz.

Film hakkında sürprizleri bozmak istemediğimden burada olay örgüsü anlatımını sonlandırıyorum.

Blow the Man Down her şeyden önce bir kaçış filmidir. Bu kaçışın faturasının ne kadar büyük olduğu ise gayet açıktır. Her insan yaşamının belli bir döneminde kaçmak ister -hele şu karantinada kaçmak istemeyen kaldı mı?-. Connolly kardeşlerin sığ sulardan engin denizlere yüzme arzusuna tanık oluruz. Bu yüzme işi yer yer kulaç atarak, yer yer tekne ile sağlanır. Tıpkı kenti kuran atalarının ilk geldikleri gemi gibi batarlar çıkarlar. Aslına bakarsanız pek de çıkamazlar ya neyse.

Gerilim türü sanırım daha kısıtlı bir ortama sıkışınca çok kuvvet kazanmaktadır. Tıpkı denize atmış olduğunuz taşın yarattığı etki ile küçük bir su birikintisine atmış olduğunuz taşın yarattığı etki gibi. Küçük şehirler tercih edilince ne kadar önemli ve kaliteli işlerin ortaya çıktığı aslında malum. Örnek için Coen Biraderlerin “Fargo” klasiğini verebiliriz.

Hem küçük yerde herkesin birbirini tanıması, karakter analizi yapma özelliği (!) dillere destandır. Öyle “domates yetiştircem” demekle olmaz küçük yere yerleşmek. Her hareketiniz, her mimiğiniz önem kazanır, üzerine düşünülmesi gerekir. Küçük şehrin problemi küçük olacak diye bir şey de yoktur. “Sinek de küçük ama mide bulandırır” derler ya hani, küçük pürüzler her zaman daha sinir bozucu olur. Bir de bu pürüzlerin altında buzdağının görünmeyen kısmı varsa!

Cole ve Krudy senaryoları da kendileri kaleme almış, yönetmenliği de birlikte yapmışlar. İki enfes zihnin ürünü olan, sakin olduğu kadar, piknikte otururken bacağınızdan tırmanan örümcek misali arttırdığı gerilimi ile müthiş bir iş çıkmış ortaya.

En yakın “fiskoscular” arasında çıkan kavgalar, çıkar çatışmasıyla iç içe geçen erdemli olma çabası korkunç bir gerçeklikle yansıtılmış. Kasabanın en nefret edilen “binasının” emeğinin herkesin olması, suçun yıkılacağı çöplük olarak buranın seçilmesi ve aslında kimsenin masum olmaması küçük Easter Cove’da bir “dünya” görmemize sebep oluyor.

Filmin en önemli unsurlarından birisi de “deniz şarkıları”.

Açılış sahnesinde balıkçıların, tıpkı bir korsan filminden fırlamış gibi eşzamanlı olarak şarkılarını söylerken, denizcilik eyleminde bulunmaları esnasında filmin de adını borçlu olduğu “Blow the Man Down” şarkısı söyleniyor.

Bu şarkı korkunç şartlarda yolculuk yapan yelkenlilerin dalgalarla, çatışmayla denize düşen/düşebilecek adamları için yazılmıştır. Sık sık söylenmesi, tayfaların dikkatini hep en üst seviyede tutmaya yöneliktir. En meşhur deniz şarkılarından olan bu şarkıya Big Bang Theory dizisinde bile rastlayabilirsiniz.

Filmin geriliminin zirve yaptığı noktada aynı ekip tarafından “Blood Red Roses” söylenir.

Dünyanın en uzun şarkılarından birisidir. Şarkı, gemide herhangi bir sebepten vefat eden kimsenin cenaze töreni olarak kabul gören denize atılmasından sonra ardından atılan gülleri anlatır. Bu güller eski bir yas tutma şeklidir.

Son olarak “Ship in Distress” 16. yüzyıla ait bir deniz şarkısıdır. Aç kalan tayfalarla dolu bir geminin denizde başıboş olarak sürüklenmesini ve bu tayfaların, mürettebatın en zayıf halkasını seçerek hayatta kalmak adına yemeleri gereken durumun üzüntüsünü anlatır.[1]

Genel olarak baktığımızda son derece iyi kurgulanmış, yaşlarına rağmen oldukça üstün performans sergileyen hem gençler hem de yaşlılardan oluşan bir oyuncu ekibi, tırmanan gerilimi, enfes müzikleri ile belki de gerçekten “en iyiler” arasında anılmayı hak eden bir filmdir.

[1] https://mainlynorfolk.info/lloyd/songs/theshipindistress.html

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page